Makale / Toplumsal Makaleler

Eklenme Tarihi : 31.03.2011
Okunma Sayısı : 2501
Yorum Sayısı : 0

               

                                                                                           M.NİHAT MALKOÇ
 

            İnsanları ‘kadın-erkek’ diye ayrıma tabi tutup değerlendirmek ne kadar ahlâkî ve samimi bir davranış olur? Bu hususta ciddi endişelerim var. Çünkü kâinatı yaratan Allah, kendisinin halifesi olarak dünyaya gönderdiği insana hitap ederken onun cinsiyetini ön planda tutmuyor. Ayetlere baktığımızda bunların çoğunun “Ey insanlar…” diye başladığını görürüz. Hiçbir ayet “Ey erkekler, ey kadınlar...” diye başlamıyor; Rabbimiz genel hitapta bulunuyor. Çünkü Allah, insanî vasıfları esas alarak kullarına sesleniyor. Kulu bir bütün olarak görüyor.

 

            Dünya kurulduğundan bugüne kadar, şöyle veya böyle, kadınlarla erkekler birbiriyle kıyaslanmış, müspet ve menfi kanaatler ileri sürülmüştür. Fakat genelde bu iki kesim birbiriyle uzlaştırılacak yerde, aksine kışkırtılmıştır. Bu tutum, her iki kesime de sevgi ve zaman kaybettirmiştir. Oysa kadınla erkek bir elmanın eş parçaları gibi görülmeliydi.

 

Kadınlarımız varlık sebebimizdir. Kadınlarımız hayatın ağır yükünü omuzlayarak erkeklere yardımcı olan eli öpülesi mübarek varlıklardır. Onlar olmasaydı, erkekler hayat denen bu ağır yükü taşıyamazlardı. Kadınlarla ilgili olarak Birleşmiş Milletler tarafından yapılan bir araştırmada enteresan sonuçlar çıkmıştır. Buna göre dünyadaki işlerin yüzde 66’sı kadınlar tarafından görülüyor. Buna rağmen kadınlar dünyadaki toplam gelirin ancak yüzde 10’una sahipler. Dünyadaki mal varlığının yüzde 1’i kadınların. Başka bir deyişle dünyadaki işlerin yüzde 34’ü erkekler tarafından görülüyor ama erkekler dünyadaki toplam gelirin yüzde doksanına ve toplam mal varlığının yüzde doksan dokuzuna sahipler.

 

            Türkiye’de ve dünyada kadına gereken değer verilmiyor. Kadınlarla ilgili olarak Türkiye’de yapılan araştırmalar da bu kesimin durumunun hiç de içaçıcı olmadığını gösteriyor. Buna göre şehirlerde evli kadınların yüzde 18’i, köylerde ise yüzde 76’sı eşleri tarafından dövülüyor. Kadınların yüzde 58’i evliliklerinin ilk gününde şiddetle karşılaşıyor. Aile içi suçların yüzde 90’ını kadına karşı işlenen suçlar oluşturuyor. ( Milliyet, 8 Mart 2001)

 

            İstatistiklerin dili bizi fazlasıyla üzüyor. Bu rakamlar hiç de olumlu bir tablo çizmiyor. İstatistikler biz erkekleri utandırıyor. Tabiî ki ar duygusu olanları… Bence bu insanî bir meseledir. Hadiseye biraz da bu cepheden bakmak lâzımdır. Demek ki erkekler kadınları taşıyamıyor. Yaşadıkları ortamın tek hâkimi olmak istiyorlar. Tabiî ki bunlar sağlıklı ruh halleri değildir. Hayat paylaşmaktır. Acılar paylaşıldıkça azaldığı gibi, mutluluklar da paylaşıldıkça çoğalır. Paylaşmak için de kadınlar her zaman yanıbaşımızdadır. Fakat neyi paylaşıp, neyi paylaşmayacağımızı, hangi hislerimizi ne ölçüde açacağımızı iyi hesaplamamız gerekir. Aksi hâlde kendi silahımızdan çıkan kurşunlar böğrümüze saplanabilir. Bunun kadınla doğrudan bir ilgisi yoktur. Bu durum erkekler için de mevzubahistir. İlerde sıkıntılar yaşamamak için insanlara ne ölçüde açılacağımızı iyi hesaplamamız gerekir.

 

Kadının olmadığı bir hayat düşünülebilir mi? Kadınlar her zaman hayatın içindedir, öyle de olmalıdır. Çünkü hem nüfus olarak, hem de tesir olarak hayatın öbür yarısını teşkil ederler. Fakat nedense Mart ayı geldi mi, özellikle 8 Mart’ı içine alan hafta içerisinde, iletişim araçlarının çoğu, kadını sömüren yayınlar yaparlar. Feminizm adı altında kadınlarla erkekleri düşmanmış gibi gösterme yarışına girerler. Bundan bile getirim(rant) elde etmeye kalkışırlar.

 

Oysa kadınla erkek birbirini tamamlayan iki parçadır. Birinin yokluğu hayatı eksik kılar. Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanması, uluslararası düzeyde kabul gören bir hâl alması 1970’lere rastlasa da, bu tarihe kaynaklık eden olay ve dünya kadınlarının ortak bir gün kutlama isteğinin gündeme gelişi 1800’lerin ortasını bulur. ABD’nin New York kentindeki Cotton tekstil fabrikasında çalışan işçi kadınlar, 1800’lü yılların ortalarından beri daha iyi çalışma şartları, emeklerinin karşılığında hak ettikleri ücret ve daha iyi yaşam için mücadele vermektedir. Ama bunca yıllık mücadeleye rağmen elde edebildikleri pek bir şey yoktur. En sonunda, 8 Mart 1908 günü, haklarını alabilmek için son çare olarak greve giderler. Ancak patronlar bu greve zalim bir şekilde müdahale ederler. Greve giden kadınlar fabrika binasına kilitlenirler. Patronlar bu yolla grevin başka fabrikalara sıçramasını engellemek isterler. Ancak beklenmedik bir şey olur ve fabrika yanmaya başlar. Ne yazık ki yangından fabrikada bulunan kadın işçilerden çok azı kaçarak kurtulmayı başarır Yanan fabrikadan kaçmayı ve fabrikanın çevresine kurulmuş olan barikatları aşmayı başaramayan 129 kadın işçi yanarak ölür. O günden beri 8 Mart, Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanıyor.

 

Kadın hayatın her sahasında varlığını hissettirmektedir. Onlar erkeklerin gözbebeğidir; başlarımızın tacıdır. Fakat bu kutsal varlığı suistimal eden erkekler de az değildir. Bukalemun misali renkten renge girerek kadının şahsiyetini istekleri doğrulduğunda yönlendirenler hep olagelmiştir. Art niyetli kişiler dünyadan silinmedikçe bundan sonra da kadınlar kötü emellere alet edilecektir. Dünya görüşünü benimsemesem de Nazım Hikmet’in şu mısraları toplumun kadınlar hakkındaki yaklaşımını ve olması gerekeni veciz biçimde ortaya koyuyor:

 

“Kimi der ki kadın / Uzun kış gecelerinde / Yatmak içindir… /Kimi der ki kadın yeşil bir/Harman yerinde dokuz zilli/Köçek gibi oynatmak içindir./
Kimi der ki ayalimdir./Boynumda taşıdığım vebalimdir./
Kimi der ki hamur yoğuran / Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal/O benim kollarım bacaklarım. /Yavrum, anam, karım, kız kardeşim / Hayat arkadaşımdır.”

 

Nereden bakarsanız bakın, dünyanın en zor zanaatıdır kadın olmak… İşkadını, ev kadını, anne, eş olmak… Bunlar kolay mı sanıyorsunuz? Töre cinayetlerine kurban giden, dövülen, hakarete ve cinsel tacize uğrayan, yaşamın dışına itilmeye çalışılan kadınlar gördükleri kötü muameleye rağmen yine de vazifelerinin başındalar. Alınları ak, başları dik…

 

Ülkemizde her yıl 8 Mart’ta Dünya Kadınlar Günü kutlanıyor. Bazı kesimler bu anlamlı günü, kadınların gövde gösterisi hâline dönüştürmeye çalışıyor. 8 Mart’ı kadınların erkeklerle mücadele günü hâline dönüştürmek isteyenler her iki kesime de zarar verdiklerinin farkında mıdırlar? Erkeksiz bir kadın yarım olduğu gibi, kadınsız bir erkek de aynı ölçüde yarımdır. Gaye üzüm yemek değil de bağcıyı dövmekse bu kimseye bir şey kazandırmadığı gibi, meselelerin çözümü hususunda topluma da zaman kaybettirir. Atatürk bu konuda isabetli açılımlar sağlamıştır. “Türk kadını; dünyanın en aydın, en erdemli ve en vakur kadınıdır.” diyen Atatürk, kadınlara seçme ve seçilme hakkı vererek onları toplumun dinamik ve yönlendirici kesimi hâline getirmiştir. Bunu yaparken erkekleri de ezmemmiş, orta yolu bulmuştur. Bu bakış açısı bizim için bugün de geçerli olmalıdır; doğru olan da budur.

 

Tarihimizde 93 Harbi olarak anılan 1877 – 1878 Osmanlı - Rus Savaşı sırasında, Erzurum’daki Aziziye Tabyası’nın savunulmasında kahramanca çalışan, mermileri sırtlayan Nene Hatun, Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk kadın avukat Süreyya Ağaoğlu, Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk kadın tiyatro sanatçısı Afife Jale, Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk kadın heykeltıraş Sabiha Bengütaş, Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk kadın doktor Safiye Ali, dünyanın ilk bayan savaş pilotu Sabiha Gökçen, fırsat tanındığında kadınların neler yapabileceğini, nelere kadir olduklarını gösteren sembol isimlerdir. Bu şahsiyetler milletin gönlünde yaşamaktadır. ‘Feminizm’ adı altında kadın erkek düşmanlığını körükleyenlerin bu abide kadınları örnek alarak kadın konusuna yapıcı bir tutumla yaklaşmaları herkesin yararınadır.

 

21. yüzyılda Türkiye’de hâlâ ‘kadının adı yok’ diyenler hatayı biraz da kendilerinde aramalıdır. Türkiye’de kendilerini yetiştiren, eğitim alan kadınlar her yerde erkeklerle boy ölçüşebiliyorlar. Kadınların üst kademelerde görev almasını engelleyen kanun mu var? Aksine ülkemizde bazı alanlarda kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık bile yapılıyor.

 

Ben Türkiye’de kadınların çok geri bir konumda olduğuna inanmıyorum. Bugün pek çok kilit noktada kadınlar görev yapıyor; çok da başarılı oluyorlar. Fakat bu demek değildir ki kadın toplumda istenilen düzeyde temsil ediliyor. Bu konuda ciddi meselelerimiz vardır. Bunları da elbirliğiyle ,gürültü patırdı çıkarmadan halledebiliriz. Her işte olduğu gibi bu konuda da samimiyet esastır. Bu duygu ve düşüncelerle anamız, bacımız, kızımız, halamız, teyzemiz, ninemiz, ablamız, eşimiz olan bütün kadınların bu anlamlı gününü kutluyor, onları çok sevdiğimizi, onlarsız bir dünyanın yaşanmaya değer olmadığını belirtmek istiyorum.

( Dünya Kadınlar Gününde Kadını Konuşmak!.. başlıklı yazı M.Nihat Malkoç tarafından 31.03.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu