Günlerdir çıkmıyor dışarı. Uzatılan öteberiyi kapıdan alıp odasına çekiliyor yine. Bazen de sayıklarken buluyorum O'nu. Bilseniz nasıl acıyor yüreğim. Üç yıl kadar önce, tiyatro çıkışı arkadaşlarına dönüp " böyle bitirmezdim hikâyeyi, " demişti.
Gürültüye rağmen duydum söylediklerini. Nedense devleşiverdi birden gözümde. Yanına sokuldum, bal rengi saçlarında çocukluğumun yasemin kokusu vardı, başım dönüyor sandım. Cesaretimi toplayıp,
" Peki, nasıl bitmeliydi hikâye?" dedim. Yüzüme baktı. Yadırgamamıştı.
" Bilemem, ama gerçekle yüzleşebildiği oranda kurgu güçlüdür," Dedi.
İtiraz etmek istedim, olmadı. Ekledi;
" Burada ise fantezi var. "
" İyi işte! İstediklerini alıyorlar ya sonuçta," demek isterdim.
Duymazdı beni, sustum. Uygun bir zamana erteledim, fırsatını bulmayı umarak.
" Gerçeğe düşlerde olsun ulaşabilmeliyiz," diye tamamladı sözlerini, anladım ki yeteneği abartılı değilmiş.
Virginia'ydı adı. Karşılıklı kahve içeceğimize dair sözleştik; yolun sonundaki kafe de, iki gün sonra, pazar günü. Edebi söyleşi olmak kaydıyla.
Çocuksu düşlere kapandı gözkapaklarım; Yaseminlerin örttüğü, elimde uçurtma üzerinde koştuğum düzlüğe. Aşağı doğru hızlandıkça güneşe yükselen uçurtmam gök mavisi salınışıyla gülümserdi. Kırlangıçlarla yarışırdı sanki. Kollarım boşlukta daireler çizerek koşardım ben de.
Odasından çıktığında elindekileri uzatarak,
" Yayımla şunları , " dedi.
Altı ay sonra dünya tanıyordu onu; sarı elbisesinin provasını yapan terzi kadın kadar. Evliliğin üzerinden bir yıl geçmişti. Atlas, sırtında bugünleri nasıl taşıyorsa onun sıska bedeni de tüm zamanları öylece yüklenmişti gebe kalarak.
A.A