Mehmet beyin ölümünden sonra, dört kardeş için hayatın akışı gereği, yol ayrımları yavaş yavaş başlamıştı.
Bir yıl sonra bir tesadüf sonucu yine temmuz ayında, üstelik babalarının ilk ölüm yıldönümü olan günde Kerim’in ağabeyi Ferhat, askerlik görevini yapmak üzere Ankara’ya gitmiş, babalarının ölümünden iki yıl önce evlenen büyük ablası Ayşe İstanbul’a taşınmış, bir de oğlu olmuştu. Küçük abla Zehra ise çalışma hayatına devam ediyordu.
Kerim ise, o yıl Üniversite sınavlarına girmiş sonucu bekliyordu.
Sınav sonuçlarının açıklandığı günlerde, postacının yolunu gözlerken, bir gün annesi Kerim’den kasaba giderek alış veriş yapmasını istedi.
Kerim evden biraz uzaklaştıktan sonra postacı ile karşılaştı ve kendisine bir mektup olup olmadığını sordu, Postacı çantasından sınav sonucunu çıkardığında kalbi duracak gibiydi.
Hemen oracıkta zarfı açtı ve sonucu gördüğünde duyduğu mutlulukla ne yapacağını şaşırdı. “İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Mühendisliği bölümünü kazanmıştı.”
Kendisine verilen yarım kilo kıyma parasını postacıya bahşiş olarak verip, girdiği yeni bir gülme krizi ile insanların garip bakışlarına aldırmadan eve doğru koştu.
Annesi Mukaddes hanım ve ablası Zehra ile kucaklaştığında ise, bitip tükenmek bilmeyen kahkahalarının, annesinin göz yaşları ile birlikte, Kerim için de göz yaşına dönüşmesi yürekleri sızlatsa da, görülmeye değerdi.
Kıt kanaat çocuklarını doyurmaya çalışan Mukaddes hanım bir hafta boyunca yemekleri etsiz yaptı, ama öylesine mutluydular ki bu umurlarında bile değildi.
Hemen o gün, asker olan ağabeyi Ferhat’a durumu telgrafla bildirdi. Asker Ferhat’a telgraf bir dinlenme anında ulaştığında, gizlice akıttığı gözyaşı ile babalarının ölümünde Kerim’in kahkaha krizi ile başlayıp, hıçkırarak ağlamaya dönüşen halini hatırladı ve keşke şimdi yanlarında olsaydım diye düşündü.
Kerim okula başladığında tüm Ülkemiz’ de olduğu gibi Üniversitelerimizde de halen 1980 darbesinin ayak izleri vardı. Kışlaya dönen okulda, onu zor günler bekliyordu.
Tüm çabalarına rağmen öğrenci yurduna kabul edilmediği için, Ortaköy’de iki arkadaşı ile birlikte tek odalı banyo, tuvalet ve mutfağı aynı yerde olan, rutubet kokan bir ev tuttular.
On beş gün sonra üç arkadaş da ciddi şekilde öksürmeye başlamışlardı. Sonradan kronikleşen bu öksürük, bronşite dönüşerek yıllar boyu Kerim’in yakasını bırakmayacaktı.
Okula her girişlerinde tepeden tırnağa aranıyorlar, neredeyse okulu bırakın, gidin dercesine rahatsız ediliyorlardı.
Tüm öğrenci gençliğini üzdüğü gibi, bu durum Kerim’i de çok üzüyor, her defasında çaresiz bir şekilde derse giriyor, elinden geldiğince bu baskıyı unutmaya çalışarak derslerine adapte olmaya çalışıyordu.
Bir gün sınıfta erkek öğrenciler arasında bir gerginlik ve itişme kakışmalar yaşanınca, tüm erkek öğrenciler toplanarak emniyete götürüldüler.
Kerim şaşkındı, ilk defa emniyete gidiyordu, ağabeyinin anlattığı 1980 öncesi öğrenciliğinde ve darbe sırasında yaşadıklarının bir bölümü aklına geldi, neler olabileceğini düşünürken, elinde olmadan yine gülmeye başladı.
İki memur yanına gelerek neden böyle güldüğünü sordular, hiç dedi, bilmiyorum, galiba bir hastalık ben de...
Hastalık mı? “Biz şimdi sana hastalığın ne olduğunu gösteririz” cevabı onu ürkütmüştü ama halen gülmekten kendini alamıyordu.
Biraz sonra onu yalnız bir odaya götürerek coplamaya başladılar, Kerim korkulu gözlerle gülmeye devam ediyordu, aldığı cop darbeleri ile mi yoksa her zamanki olağan haliyle mi bilmem, o kahkaha krizi yine yerini hıçkırarak ağlamaya bırakmıştı.
Memurlar gerçekten hasta bu diyerek, acılar içindeki Kerim’i tekrar diğer öğrencilerin yanına götürdüler.
Az sonra birkaç öğrenciyi gözaltına alarak, diğer öğrencilerle birlikte Kerim’i de serbest bıraktılar.
Yaşadığı bu olayı ailesine anlatmadı. Cop izlerinin geçmesi için yaklaşık bir ay memleketine gitmedi. Her zaman olduğu gibi, uzun yıllar sonra bu olayı da ağabeyi Ferhat’la paylaştı.
O, diğer arkadaşlarına göre biraz daha şanslıydı, ailesinin yaşadığı şehir İstanbul’a yakın olduğundan en azından iki hafta da bir hafta sonları annesinin yanına gidiyor, sıcak yuvada annesinin yemeklerini yiyebiliyor, çamaşırları yıkanıp ütüleniyordu.
Eğer böyle olmasaydı, çok kötü bir çocukluk dönemi geçiren Kerim’in, halen içinde bulunduğu psikolojiye okul döneminde yaşadığı olumsuzluklar da eklendiğin de, başarılı olması beklenemezdi.
Rahmetli babasının çocukluğunda aileye yaşattığı dramın izleri şefkatli bir anneye, onu canları gibi seven iki ablaya ve halen ona “gülüm” diye hitap eden ağabeye rağmen silinmemişti.
Üstelik okulda yaşadıkları, vücuduna gelen her cop darbesinde babasının annesine yaptığı zulümleri hatırlatmış, bu durum zaten bozuk olan psikolojisindeki travmanın daha da büyümesine sebep olmuştu.
Her şeye rağmen, her türlü olumsuzluğa rağmen dönem bile kaybetmeden okulunu bitirerek dört yılda mezun oldu.
Okulu bitirir bitirmez iş aramaya başladı. O zamanlar iş bulamayınca, önündeki tek engelin askerlik olduğunu düşünmeye başlamış ve bir an önce askerliğini yapmak için karar vermişti.
Kısa dönem olarak tercih ettiği askerliğine Bilecik ilinde başlayarak, Çanakkale’de kutsal görevini bitirdi.
Vatani görevini bitirmenin heyecanı ve mutluluğu ile ana ocağına döndüğünde, belki de asıl hayatın şimdi başladığının ve önünde onu bekleyen çok daha zor günler olduğunun farkında bile değildi.
Geçmişe dönüp baktığımızda, özellikle biz, kırklı ve ellili yaşların döneminde birçok gencimizin, birçok insanımızın hayatlarının hiç de kolay geçmediğini görebiliriz.
Kerim’de Üniversite mezunu, üstelik sayılı Üniversitelerimizden birinin mezunu olarak, hikayenin diğer bölümlerinde okuyacağınız öyle şeyler yaşadı ki, yaşadığı olaylar hayata tutunmanın ne kadar zor olduğunu ve bu günkü gençlerimizin içinde bulunduğu koşulları eskileri örnek alarak çok iyi bir şekilde değerlendirmeleri gerektiğini anlatmaya yetecektir.
Evet, belki bu gün de Ülkemizin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik durum çok elverişli değil, ancak en azından onlara destek olan aileleri, ebeveynleri geçmişteki yaşanmışlığın etkisiyle daha bilinçliler, yaşadıkları olumsuzları aile ortamında evlatlarına hissettirmemeye çalışıyorlar.
O nedenle bu günün gençleri gülmekle ağlamayı bizler kadar, ya da en azından Kerim kadar birbirine karıştırmıyorlar.
DEVAM EDECEK
(
Gülerken Ağlamak 2 başlıklı yazı
MehmetFikret tarafından
3.05.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.