Her şafak vakti pencereden bakarım
Bir sürü gibi yürüyüp giden insanlara
El ayak çekilmiş olmalıyken bu saatlerde
Dalarlar bir ümitle hayat kavgasına
Haberi var mıdır taş duvarların?
Onun için mi ağlar duvardaki resim
Ya da bilir mi çilesini,
Her yıl değişen dört mevsim?
Türkü söyler yanık yanık bir aşiret kızı
Sağ omzunda töre
Sol yanında yangını
Zehirli kör yalanlarıyla,
Kan kırmızı dudaklı bir İstanbul
Damla damla karışır kanına
İçi yanar, sunulurken beyler sofrasına
Ve talan ve soygun ve küfür ağızlarda
Eski hisarlarıyla hasarlıdır içten içe
Gözlerinde veresiye bakışlar
Bin kere küfreder çaresizliğe
Sokaklarına erken bırakılmış çocukların,
Yıldızlar şahittir gecelerine
Geçit verir bir âlemden diğerlerine
İstiklal caddesinin sahipsiz varoşları
Yürüyüp geçerken boş sayfalardan
Gelecek yoktur şimdiyi yaşar ya da yaşayamaz
Ezberlerindeki hayatı
Yalnızca bedendir orada olan
Ruh karanlıkta bir şeyler arar
Haritasında uzaklar işaretlidir ama gidemez
Hırkası sırtında rüzgâr nereye eserse
Kök salamamış toprağa
Üzerinden geçip gidenlerin aldıklarıyla
Sıkılı kalmış yumrukları
O kadar nedensiz ki gençliğinin farkında değil
Hiçbir ibadetle ödeyemez
Kör ömrün tüketen günahlarını
Bu savaşta akıttıkları kan değil
Meydanlara döktükleri alın teridir
Kurgudan bir kaderin varlığını sürdürürken
Ümitsizliğin, hiçliğin gözleri önünde
Geçemezler karşı kıyıya
Okuduklarını hayatta göremeyince
Kilit vurdular kitapların diline
Ve dinlerine kim küfretse
Kâfir avına çıktılar
Akşamın alaca karanlığı sokaklar insan seli
İçlerinde ki kedere sarmalamışlar hayatı
Geçmiş önlerinden zamanın gölgesi
Tek düşündükleri kuracakları akşam sofrası