Evren yaratıldığında insan yok imiş ..
Sonra Cennet’te sınanan iki insan , kurallara uymayınca “Dünya” isimli küçük bir gezegene ışınlanıvermişler .
Kainatta minicik amma insan için çok büyük olan dünya , Adem (Adam) ve Havva (Eva ) isimli iki canlıya mekan olmuş ..
Cennet’teki güzelliklerin pek azı ve benzerleri varmış bu dünyada ama yine de iki gönül bir olunca samanlık seyran olmuş .
Biri Cidde denilen yere , diğeri Seylan bölgesine inmişler ..
Onları ayrı düşüren Yaratıcı , bilinmez bir hasret döneminden sonra sevgilileri Arafat tepesinde buluşturmuş ..Ne kadar sevinmişler , ne kadar sevinmişler … Ancak birlikte oldukları zaman dünya gezegeninin güzel olduğunu fark etmişler ..
Ağır bir sınav sonrası indirildikleri yer yüzünde , ayrılık , yaşam için giyinme, yeme , örtünme , vahşi havyanlardan korunma gibi dünyaya ait ne kadar sıkıntı varsa hepsini yaşamışlar ama kendilerini yaratan Allah’a saygı ve teşekkürü hiç unutmamışlar .
Adem , ilk secdesini hanımı ile birlikte Kabe’nin olduğu yerde yaparak Rabbine teşekkür etmiş .. Burası insanların ilk mescidi olmuş ..
Sonra çoğalmışlar .. Kavgalar ,kıskançlıklar . “ Benim az , senin niye çok .. Hepsi benim “ kavgaları başlamış .
Ve Kabil , kardeşi Habil’i taşla vurarak öldürmüş .
. İlk cinayet .. Pişmanlıklar ve vicdan azabı ..
Cevizi gömen bir kargadan esinlenip kardeşini gömmüş.. Ama bencillik gömülmemiş .. İnsanlar çoğalmaya devam etmişler ..Aşk , merhamet , şefkat , kıskançlık , hırs , tamah , vahşet … Akıllı insana verilen tüm duygularla yaşamışlar , sevişmişler , savaşmışlar …
Bu duyguların harmanı olan “nefis “ batağında yaşamışlar . Nefsiyle mücadelede aklını kullananlar kazanmış , nefsini ( heva ve heveslerini ) kullananlar kaybetmiş ..
Balıkesir'li eskici Hasan baba ayakkabı tamir edermiş . Yine onun gibi Allah dostu bir ermiş kişi dağdaki köyünden kalkar her hafta arkadaşı Hasan Baba'yı ziyarete gelirmiş . Gelirken de bir mendil içinde süt getirirmiş. Getirirmiş ama ne hikmetse süt tülbentten hiç damlamazmış ..
Ne getiren şaşarmış bu işe , ne de sütü kabul eden .. Bir sır imiş aralarında ..
Dağdaki ermiş dükkanda otururken , güzeller güzeli bir kadın gelmiş ve kopan topuğunu tamir ettirmek için ayakkabısını çıkarınca başı önünde olan ermişin gözleri bir anlık gafletle bu pembe beyaz sedef gibi zarif , minik ayağa takılıp kalmış ..
Kadının ayakkabısını onaran Hasan Baba , kadın gidince bir de ne görsün ; duvardaki çiviye asılı içi süt dolu tülbentten bir şeyler damlıyor ..
Birbirlerine bakmışlar ve çoban ermiş acı acı gülümsemiş :
- Dostum ,.. Dağdaki evliyalık kolay ; şehirdekine benzemiyor ..
Gönüller sultanı Mevlana diyor ki :
“ Olayların görünür sebeplerine takılıp kalsaydım hakikate ulaşamazdım “
Sonra bazı insanların çok önem verdiği “akıl” binitini , hakikate kavuşma yolculuğunda son durakta bırakıp ekliyor :
“ Akıl bir eşek gibi çamura saplandı ; beni aşk kurtardı .. “
Aşıklarda benlik silinmiş , akıl yedekte kalmıştır . Aşkın olduğu yerde akıl yedektedir .
Aşıktaki en küçük kusur , tülbentteki sütün damlamasına sebep olur .