Büyük abla Ayşe ise, İstanbul’a eşinin ve oğlunun yanına döndü.
Aile yaklaşık bir buçuk ay İzmir’de kaldı. Yakınlarına duyduğu özlemin yanında, vatan hasreti ile de yanıp tutuşan Kerim, belki çok zor günlerde gelmişti ama, yine de vatanında ve sevdikleri ile birlikte olmanın mutluluğunu yaşıyordu.
Özellikle ağabeyi Ferhat’a durmadan Avusturalya’da yaşadıklarını, Kisho’yu anlatıp duruyordu.
Bir gece herkesin yattığı geç saatlerde, iki kardeş yine derin bir sohbete dalmışlardı.
Kerim bir ara ağabeyine, “sana bir şey anlatacağım,” dedi. “Önemli bir şey, ne yapacağımı bilemiyorum. Kurtulmam gereken, ama bir türlü kurtulamadığım bir şey var.”
“Hayırdır inşallah” diye, endişe ile sordu Ferhat.
”Aslında nasıl başlayacağımı bilemiyorum? Sana anlatmamın bir faydası olur mu? Yoksa seni de mi üzerim?” diye devam etti Kerim.
Ferhat; her zamanki sevecen hali ile ve kardeşine çocukluğundan beri hitap ettiği gibi, “iyice merak ettim, neyse hemen söyle gülüm. Çaresiz dert yoktur, yeter ki, önemli bir hastalık olmasın.”
”Hayır, hayır” dedi Kerim, “hayır diyorum ama belki de bir hastalıktır.”
”Sakın, şu gülme krizinden bahsediyor olmayasın?” Dedi Ferhat.
Kerim; gülümsemeye çalışarak, “hayır, ona ben dahil herkes alıştı zaten. Bu daha kötü.”
“Çatlatma gülüm, söyle artık,” diyen Ferhat’a, yardım isteyen gözlerle baktı ve nihayet anlatmaya başladı.
”Ağabey Avusturalya’ya gittiğim günden beri, hemen her gece aynı rüyayı görüyorum, çok kötü bir durumda uyanıyorum. Bir türlü anlam veremiyorum, zaman zaman bir süre bu rüyayı görmesem de, bir müddet sonra yine aynı kabus başlıyor.” Diye devam eden Kerim’e.
Ferhat meraklı gözlerle sordu, “nasıl bir rüya bu?”
”Ben, ben” diye devam etti Kerim, “ben rüyamda her gece birisini öldürüyorum. Sonra karanlıklar… Kaçmaya çalışıyorum, kaçamıyorum.”
Ferhat bir an çocukluklarını düşündü, annelerine zulmeden babalarının ölmesini istedikleri geldi aklına.
“Bir dakika Kerim, bir dakika, galiba ben biliyorum, kimi öldürdüğünü” diyerek, kardeşinin başını okşadı.
”Canım kardeşim, galiba sen rüyanda babamızı öldürüyorsun. Hatırlar mısın? Yanlış da olsa, biz çocukluğumuzda, hep babamız ölsün isterdik.”
”Evet ağabey, evet galiba ben rüyamda, gerçekten de babamızı öldürüyorum “diyen Kerim…
”Evet evet babamı, babamı” diye tekrarlayarak, bir anda Ferhat’ı korkuturcasına, kahkahayla gülmeye başlamıştı.
Tabi ki, her krizde olduğu gibi, sonunda yine ağabeyini kucaklayarak ağlamaya başladı.
Bu konuşmadan uzun bir süre sonra Avusturalya’ya dönen Kerim’e, bir telefon görüşmesinde o rüyayı görüp görmediğini soran Ferhat, “hayır ağabey, seninle konuştuktan sonra bir daha o rüyayı görmedim,, cevabını alınca rahatlamıştı.
Depremin yaraları canlar hariç, yavaş yavaş sarılmaya başlamıştı. Ateş düştüğü yeri yakıyordu. Günlerce depremle yatıp, depremle kalkan Türkiye’de, yine normal hayata dönülmüştü. Hatta birileri bu felaketten bile rant sağlamanın peşindeydi.
Yaklaşık iki ay sonra, Kerim ailesi ile vedalaşarak, tekrar Avusturalya’ya dönmüştü.
Ailesini sağ salim görmek, yedi yıl sonra onlara tekrar kavuşmak, Kerim’e yeni bir yaşama ve mücadele hevesi vermişti.
Artık tek hayali, birkaç sene daha burada çalışıp, para biriktirerek, Kisho ile birlikte, vatanına kesin dönüş yapıp bir iş kurmaktı.
Melbourne hava alanında onu eşi Kisho karşıladı.
Taksiden indiklerinde, koşarcasına evlerine gittiler. Kerim o an şunu düşündü “artık benim burada da bir ailem var, bu aile büyümeli. İlk fırsatta bir bebek istediğimi Kisho’ya açmam lazım diye “ düşünmeye devam etti.
Sonra, depremde yakınlarını, en sevdiklerini kaybedenler aklına geldi. “Her şeye rağmen ben çok şanslıyım, Allah yardımcıları olsun” diye geçirdi içinden.
Kisho’nun, “ne düşünüyorsun koca Türk” diye seslenmesi ile kendini toparladı.
Öncelik ona getirdiği, hediye paketlerini açmaktaydı tabi ki.
Kisho heyecanla paketleri açmaya başladı. Her açtığı paketten sonra çığlıklar atıyor, sevincini Kerim’in yanağına kondurduğu öpücüklerle gösteriyordu.
Kisho’nun gözü bir an paketlerin yanında, farklı bir şekilde ambalajlanmış olan kocaman pakete takıldı. “Bunda ne var?” diye sordu Kerim’e.
Kerim, “o senin değil, o paket Japonya’ya gidecek,” diye cevap verdi.
Kisho ısrarla paketi açmak isteyince, Kerim paketi açtı ve Kisho’nun ailesi için satın aldığı, küçük ama çok değerli, hem de el emeği, göz nuru bir halı çıktı ortaya.
Kisho kocasına baktı ve “seni her gün biraz daha çok seviyorum Kerim” dedi.
Galiba aile olmak buydu, Avusturalya’dan, Türkiye’ye ve Japonya’ya uzanan kocaman bir aile, bu kocaman aile yeni meyvesini, ya da meyvelerini vermeliydi artık…
Devam edecek