Evde yalnızım. Gündüz saat iki olmasına rağmen içerisi karanlık, hem de çok karanlık. Dışarıdan gelen gök gürültüsünün sesi, zaten kararan içimi daha çok karartıyor. Kalkıp penceredeki tülü çekiyorum. Dışarıda sanki, bulutlar baraj kapılarını açıvermişçesine yağan bir yağmur var. Etrafa bakıyorum, kimseler yok. Şehrin bu görüntüsü bana hayalet bir şehri anımsatıyor, ürperiyorum. Sanki bir kez daha yalnız olduğumu yüzüme vuruyorlar. “Sen yalnızsın… Sen yalnızsın…” Evet, itiraz etmiyorum ki! Niye üzerine basa basa bana bunu hatırlatıyorsunuz?
Yağmur suları sokakta ne varsa sürüklüyor. Yapraklar, dallar, taşlar, kumlar. Tıpkı hayatın benden sürükleyerek aldığı hayallerim gibi. Oysa vermemek için bütün gücümle ne kadar da direnmiştim! Olmadı, yapamadım… Tutamadım hayallerimi, gidemedim peşlerinden. Ben gitmeye çalıştıkça tökezlendim. Elimi değirmeye çalıştıkça, hayallerimi benden kaçırdılar. Sonra bir baktım ki, benden uzaklaştıkça uzaklaşmışlar. Zaten yorgun olan bedenimle yenilgiye pes edip, öylece bakakaldım giden hayallerimin peşinden…
Mutfaktan gelen ses ile kendime geliyorum. Ocakta kaynamakta olan çayın fokurtusu taa… Odaya kadar geliyor. Kalkıp mutfaktan koca fincan çay, yanına dünden kalan peynirli poğaçalardan bir tane tepsiye koyup, yine pencerenin önüne geliyorum. Poğaçadan bir lokma alıp, çiğnedikçe çiğniyorum. Lokmalar ağzımda büyüyor adeta, yutamıyorum. Bir yudum çay içiyorum. Lokmalar boğazıma diziliyor, poğaçayı sehpanın üzerindeki tepsinin içine bırakıyorum…
Yağmurun oluşturduğu minyatür nehirde sürüklenen her bir nesneyi hayallerime benzetiyorum. Evimizin önündeki akasya ağacına takılıyor gözlerim. Yağmurun şiddetiyle sıkı sıkı gövdesine sarılmaya çalışan, ince, narin bir dal daha fazla dayanamıyor, kopuyor ve yağmur suyunda sürüklenmeye başlıyor. O anda koca ağaç ağlıyor. Yapraklarından yaşlar doludizgin akarken, iki damla yaş süzülüyor yanağımdan. Sürüklenen dal parçasını senin gidişine benzetiyorum.
Hayat; tıpkı dal gibi seni de benden öyle aniden, habersizce almıştı ya! Ardında gözü yaşlı kalakalmıştım. Oysa senli ne çok hayaller barındırıyordum yüreğimde. Önce sünnet düğünün olacaktı, ardından başarılarla dolu tahsil hayatın. Sonra aslanlar gibi davul zurnayla askere uğurlayacaktım seni. Asker yolu gözleyecektim, sana dualar edecektim. Benim de her asker anası gibi göğsüm gururla dolacaktı. Sonra işin, eşin, çocukların olacaktı. Böyle habersizce çekip gitmek yoktu senli hayallerimde. Böyle yüreğimde yangınlarla koymayacaktın beni. Biliyorum, ne sana, ne bana sormadı hayat; “Birbirinizden ayrılmak istiyor musunuz?” diye. Oysa sorsaydı, “ayırmayın bizi” diye yalvarırdık…
Havanın kasveti iliklerime girip, yüreğime otururken, bir eliyle de boğazımı sıkmaya çalışıyor.
“Yeter! Ne yapmaya çalışıyorsun? Nefes alamıyorum, boğuluyorum…”
Yaralı bir güvercin yavrusunun kanat çırpmaları gibi kalbim çırpınıyor, nefes alışlarım hızlanıyor. Her bir hücremden ter fışkırırken, can havliyle kendimi balkona atıyorum.
Şiddetli yağan yağmurdan ben de nasibimi alıyorum. Yağmur damlaları saçlarımı, yüzümü, bedenimi ıslatırken, müthiş bir rahatlama hissediyorum. Karşı apartman komşum camda, bana hayretle bakıyor. Karşılıklı el sallıyoruz. Sokaktan geçen arabaların tekerlekleri, minyatür nehrin sularını iki yana büyük bir hışımla sıçratırken, kırmızı bir araba karşı apartmanın kapısında duruyor. Kapısını açıp inen, Saadet Hanım’ın kocası. Koşarak apartman kapısına geldiğinde, eşi kocasını görmüş olacak ki, elindeki anahtara gerek kalmadan kapıyı ittirip, gözden kayboluyor…
Gördüğüm çok basit ve çok normal bir manzara karşısında, gözyaşlarım bir kez daha isyanlarda. Yüzüme vuran yağmur damlaları, gözyaşlarımla sarmaş dolaş oluyor. Ben de seni böyle bekleyecektim. Sen gelecektin, senin gelmenle evimize güneş doğacaktı. Ne yağmurun şiddeti, ne gürleyen gökyüzü, ne de sokaklarda kimsenin olmaması ürkütmeyecekti beni.
Duygularım o kadar karmaşık ve bir o kadar da yoğun ki… Kelimeleri toparlayıp, cümle kurmakta zorlanıyorum… Kelimeler karşısında hiç bu kadar aciz kalmamıştım. Şuan canım çok yanıyor, sırılsıklam ıslanmam bile içimdeki yangını söndüremiyor…
Islak balkon demirlerine tutunmuş, beynimde kelimelerle mücadele ederken, içeriden çalan telefon sesi, yaptığım mücadeleye son noktasını koyuyor. Yüzümden süzülen sular çenemden akarken, ellerimle yüzümü silip içeriye giriyorum…
Telefonun uzun uzun çalmasına aldırmadan, ağır aksak telefonun yanına gelip, ahizeyi kaldırıyorum…
“Alo, anneciğim!!! Çok ıslandım, eve geliyorum. Çay demler misin? Pasta aldım…”
“Tamam kızım, dikkatli ol bekliyorum… Kızımmm seni seviyorum…”
Kızımın sesiyle hayallerimden sıyrılıp, gerçeğe dönüyorum. İçimi bir sevinç kaplıyor.
Yalnız olmadığımı bir kez daha anlıyorum…
Sevgi SALMAN...
(
Yalnız Değilim... başlıklı yazı
Sevgi Salman tarafından
19.05.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.