Eskilerden bir şeyleri hatırladığımda hep şöyle bir soru geliyor aklıma;
Bu günkü nesil bizlerden şanslı mı? Yoksa şanssız mı?
İşin aslına bakarsanız teknoloji çağında yaşayan çocuklarımız, çok şanslı gibi görünüyorlar.
Oysa bizim çocukluğumuz da yaşadığımız birçok şeyden mahrumlar.
Belki de yeterince çocukluklarını yaşayamıyorlar.
Apartmanlar da, taş duvarlar arasında yaşayan çocuklarımız boş zamanlarında “Bilgisayar denen aletin başında teknolojinin nimetlerinden yararlanıyorlar” Hatta buna boş zaman demek de pek doğru olmaz, neredeyse bütün zamanlarını bilgisayar başında geçiriyorlar. Bir bakıyorsunuz, makineleşivermişler.
Öyle ki dillerinde bile hiç azımsanmayacak bir bozulma izleyebiliyoruz. Sanal ortamda kullandıkları kısaltılmış kelimeleri, anlaşılmaz sözleri bir müddet sonra gerçek hayatta da kullanmaya başlıyorlar.
Sözüm ona bilgisayarla sosyalleşen yavrularımız, neredeyse gerçek dünyadan uzaklaşıveriyorlar.
Bu sosyalleşmenin çocuklarımız için kayıp mı, yoksa kazanç mı olduğu tartışılabilir.
Ama hiç tartışamayacağımız bir gerçek var, bence asıl mesele burada.
Sizce çocuklarımızın hayatında, çok önemli bir şeyler eksik değil mi?
Örneğin; Kırlarda geziyor mu çocuklarımız? Ya da sokaklar da yakar top, uzuneşek, saklambaç vb. gibi oyunlar oynuyorlar mı?
Hiç bizlerin çocukluğumuz da yaşadığımız gibi çocuğunuzu gece sokakta çok uzun süre oynadı diye, eve çağırdınız mı?
Ya uçurtma “Hiç uçurtmanın özgürce bulutlara yükseldiğini görüp, hava boşluğunda salınırken ipindeki ağırlığı hissetti mi çocuğunuz?
Evet uçurtma… Bu gün yirmili yaşlarda olan oğlum henüz sekiz, on yaşlarındayken bir gün onun hiç uçurtma zevkini tatmadığını düşünmüştüm.
Ona bu zevki tattırmalıydım. Hem de uçurtmanın yapımından, uçurulmasına kadar… Annesinin de yardımı ile üçümüz birlikte kısa sürede bir uçurtma yapıvermiştik.
Hep birlikte geniş bir alana gittik. Havada tam istediğimiz gibi, uçurtma uçurmak için ideal bir havaydı.
Önce uçurtmayı nasıl uçuracağını gösterdim. Bir müddet birlikte uçurduk. Duyduğu heyecan anlatılır gibi değildi.
Daha sonra onu kendi dünyasında yalnız bırakmak amacıyla yanından ayrıldık. Yakında bir banka oturarak oğlumu seyretmeye başladık.
Bir ara annesi ile birlikte sohbete dalmışız. Ne kadar zaman geçmişti hatırlamıyorum.
Bir an oğlumun olduğu yere doğru döndüğümde, çocuğun bir kenarda durmuş “Elinden uçurtmasını alarak uçurmakta olan” Yaşlı bir adamı izlediğini gördüm.
Hemen yanlarına gittik. Yaşlı adam bizi görünce utanarak özür diledi ve ne olur yanlış anlamayın bir an çocukluk günlerime döndüm, özlemişim dedi.
Önemli olmadığını, hatta çok hoşumuza gittiğini söyleyerek adamın gönlünü aldık.
Baharın müjdecileri arasındadır, uçurtmalar… Bu müthiş özgürlük duygusunun tadına varmak için çocuk olmanız da gerekmez.
Kim bilir? Özlem duyduğu neleri hatırlamıştı yaşlı adam. Cebindeki sapanı, şimdi beton yığını olan kırlarda yaptığı tatlı haylazlıklarını, sokaklarda top koşturmayı…
O yaşlı adam geçmişe bir özlem duymuştu. Oysa çocuklarımızın gelecekte özlem duyacakları bir oyun geçmişleri bile olmayacak.
Dört duvar arasından çıkıp, alabildiğine özgürlük olmalı çocukluk. Tıpkı bir uçurtmanın özgürlüğü gibi. Ama elektrik direklerine takılmadan.
Bu arada benim de oğlumun adı da Barış.