-Öncelikle ekonomik ihtiyaçlarımı rahatlıkla karşılamanın benim için tek yolu olduğu için seviyorum, kazandığım paranın hakkını en iyi şekilde vermeliyim diye düşünüyorum.
-Çözümsüz-kronik-bıktığım kişisel ve ailevi problemlerimden beni uzaklaştırdığı için seviyorum.
-Aklımı ve tarzımı yansıtabileceğim ve kendimi tartabileceğim, haz duyabileceğim en gerçek platform olduğu için seviyorum.
-Yaptığım iş gereği, insanlara faydalı olduğum için seviyorum.
Özellikle yaşlıların memnuniyetleri sonucu teşekkürleri ve ellerime sarılmaları beni çok mutlu ediyor. Tabi ki ellerinden öperek uğurluyorum onları.
Bu nedenleri, belki daha çok sıralamak mümkün, sizlerle sadece benim için en can alıcı olanları paylaştım.
Evet çalışmayı çok seviyorum ama bir çok çalışan gibi pazartesi günlerini sevmiyorum, hani pazartesi sendromu diyorlar ya, ben de bu sendromu en yoğun duygularla yaşıyorum.
Düşündüğümüzde her güzel olan başlangıç gibi, haftanın ilk günü olan pazartesi günün de güzel olması, güzel geçmesi gerekir.
Ancak nedense bir türlü bu sendromu atlatamıyoruz.
Belki de bir güzelliği sonlandıran, yeni bir başlangıca tahammül edemiyoruz.
Düşünsenize, bir bahar gününde tatlı bir hafta sonu geçirdiğinizi, bu mutluğun rehavetini daha üzerinizden atamadan, Pazar günü akşama doğru ertesi gün yapacağınız işleri, karşılaşacağınız sorunları düşünmeye başlıyorsunuz.
Tatil sabah keyfe keder biraz da geç kalktıysanız, uykusuz bir gece geçireceğiniz endişene de kapılıp, iyice geriliyorsunuz.
Şimdi gelin de o gece uyuyun ve zinde bir şekilde haftaya başlayın.
Her şeye rağmen sabahın ilk ışıkları ile hazırlanıp, kürkçü dükkanın yolunu tutuyorum.
İlk gerginlik ulaşımda başlıyor, çünkü benimle aynı duygularla yola çıkan herkes sinirli ve çatacak yer arıyor.
Kimse ile kavga etmeden iş yerine kadar ulaşabildiyseniz, ne mutlu size.
Ben yapı itibariyle kavga etmeye pek yatkın olmadığım için, karşılaştığım olumsuzluklarda tüm stresime rağmen yapıcı olmaya çalışıyorum.
Gökyüzüne doğru bakıyorum, Allah’a şükredip ne güzel her yer, her şey masmavi diyorum.
İşte iş yerim. 5 dakika geç bile kalmışım; bakalım bu masmavi pazartesi de beni neler bekliyor.
Merdivenleri tırmanırken, bu binaya ne demeye asansör yapmamışlar ki diye söyleniyorum.
Aman Allah’ım o da ne!
Daha kapının önüne geldiğimde, birkaç vatandaşın kuyrukta beklediğini görüyorum, gel de sinirlenme şimdi…
İşi latifeye vuruyorum, sırf sinirlenmemek adına;
-Sizler akşam burada mı yattınız?
Diye soruyorum, gülümsemeye çalışarak.
-Vatandaşlar da pek dalaşmak sevdalısı değiller, ortalığı bulandırmamak için onlar da zoraki gülümsüyorlar.
Kapıda bekleyenler içeriye doğru bakıp, bir an önce işine başlasın bu adam diye beklerken, ben odanın havalanması için pencereleri açıyorum. Bilgisayarımın düğmesine basıyorum. Bir taraftan da biraz müsaade etseydiler de hiç değilse bir bardak çay içebilseydim diye düşünüyorum.
Pazartesi sendromunu bizlerden bir saat önce işe gelerek yaşamaya başlayan temizlik görevlisinin üstün körü yaptığı temizlik nedeniyle parmağıma bulaşan toza rağmen,
Çare yok, görev başına…
-Buyurun efendim, buyurun hanımefendi, neydi sizin şikayetiniz.
-Efendim; yasal hakkı olmamasına rağmen X bank benden 25 TL üyelik aidatı almış, ben zaten onlara bir sürü para ödüyorum, ne diye kesiyorlar ki bu ücreti.
-Sonra bıraksam devam edecek “aslında ben parasında değilim” bana yapılan başkalarına yapılmasın. “1 dakika bu lafı hiç sevmiyorum, şimdi bir de pazartesi, pazartesi hiç çekilmez bu laflar (tabi ki bunları içimden geçiriyorum) onun tüm konuşma arzusuna rağmen, efendim ben anladım gerek yok kendinizi fazla yormayın diyerek daha fazla konuşmasına müsaade etmiyorum.
-Hım… gerçekten derdi büyük hanımefendinin, yoksa sabahın bu saatinde yollara düşer miydi hiç? Bir de neymiş efendim “aslında parasında değilmiş” diye gizlice hayıflanıyorum.
-Hani Salı günü gelse böyle düşünmeyecektim, çünkü günde en az 15-20 kişi aynı dertle geliyor.
-Hanımefendiye hazırlaması gerekli evrakları söyleyerek uğurluyorum.
-Sıradaki vatandaşları teker teker sabırla dinliyorum, eğer sorununa çare olacaksam, teşekkürler ederek gidiyorlar, yok konu ile ilgili yapılacak bir şey olmadığını söylersem, ilk zılgıtı yiyerek ya sabır diyorum.
-İşte söylenmeye başladı bile; Zaten sizler de güçlüden yanasınız, ne olursa vatandaşa oluyor. Onların arkası sağlam, bizi mi koruyacaksınız, onları mı? Elbette onları korursunuz. Kabahat bende bu saatte çıkıp geliyorum.
-Evet kabahat sen de bu saatte hem de pazartesi günü çıkılıp gelinir mi? Diye geçiriyorum aklımdan, bir de bu söylediklerimi dışa vursam ya, her halde pazartesi sendromu, pazartesi kavgasına dönüşüverirdi.
Kusura bakmayın efendim yardımcı olamadım, diyerek zoraki bir gülümsemeyle onu da uğurluyorum.
“New York'da yapılan bir araştırmaya göre, işinde en profesyonel olarak bilinen kişiler dahi bu sendromu yaşıyormuş.
Haftanın beş iş günü boyunca, bazen neredeyse sadece uykuya ve yemeğe zaman bulabilen kariyer sahibi şehir insanı için, pazartesi günleri tekrar o yoğun iş temposuna ve karmaşaya dönmek, kendini unutmak ya da kendine doğru yürüyememek anlamına geliyormuş.”
Her pazartesi stres altında işe gidilmesi, gerçekten negatif bir enerji yüklüyor insana. Eğer bu işe bir çözüm bulamıyorsak, şunu denemekte yarar var; her ne kadar sıkıcı ya da yorucu olsa da yapılan işten zevk alınmaya çalışılması.
Örneğin, o işi kişinin kendinden başka kimsenin o denli iyi yapamayacağını düşünmeye çalışması, bir parça da olsa gerilimi hafifletecektir.
Ben çok sevdiğim işimi çok iyi yaptığıma inanarak kendime hep böyle telkinde bulunuyorum.
İyi geliyor mu? Eh biraz…
Sizlerde pazartesi sendromunu atlatmanın halen bir yolunu bulamadıysanız, size de tavsiye ederim.
İyi pazartesiler efendim.
28 Mart 2011/ pazartesi/ Karşıyaka/İZMİR