Nasırlaşmış ellerinin aksine kadife yüreğinde kinden eser yoktu, kirden emare bulunmazdı. Derbeder ve dervişti. Yetim ve öksüz büyümüştü. Doğarken kader ayrıcalığını ima etmişti. Üç erkek kardeşin ortancasıydı. Boğazını temizleyerek başladığı her cümlesini, dost ilmeği tonuyla bağlardı. Ses tonu; sarmalayan Anadolu insanının güven telkin eden, tasasızlığı ilke edinmiş ezgisini fısıldardı, sevecenlik hissettirirdi.

Gün görmemiş, gün de yürüyememişti. Alacakaranlık şafakta geceyi uğurlar, ekin serili tepelerde uzaktan uzağa güneşle selamlaşır halleşir, çiy düşmüş dağ çiçeklerinin sessiz gülümseyişleri arasında güne başlardı. Başak hışırtılarının karıştığı koyun ayak seslerine yanık iç sızılarını yoldaş edip haziran rüzgârıyla tepelere ulaştırırdı.

Üç çeyrek yüzyılı aşan ömrünün çok az yaşanmışlığında, kadere baş eğmişliğin sükûnetini yansıttığı hayat çizgisi, inişsiz çıkışsız olmuştu. Yıllar önce eşini kaybetmenin yalnızlaştırdığı gölgeli hayat yolunu, içinin ışığıyla aydınlatmaya çalıştı.

Doğduğu andan beri, “görünmeyen bir deveye binmiş” hep gitmişti. Hiç kimse ona devesinin nerede ıhacağını ve kendisinin nerede ineceğini söylememişti, söyleyememişti. Hiç kimse bilmiyordu kendi gibi. Etrafı tenhalaşmış ve doludizgin zaman, ahire yaklaşmıştı.

On sene önce kendi adını taşıyan torununu çocuk denilecek yaşta dönüşü olmayan yolculuğa göndermişti. Bir sene önce de torununun babası oğlunu çok uzun süren yolculuğa gönderirken, iç dinamiklerinin dengeli asilliği yüzündeydi. Torununu gönderirken vakurdu. Oğlunu gönderirken de metindi. Şimdi de kendi gitti; metin ve vakur bir şekilde.

Bu derviş ve derbeder insanın, amcamın itimat telkin eden ve hayatındaki gibi güven esenleyen cansız pırıltılı yüzünü gördüm son defa. “Bir dağın karlı doruklarını anımsatan, bembeyaz sakalının etrafa şavkıyan” enerjisini hissettim. Soğuk ama can ötesi canlılık yüklüydü. Yorgun bedeninin huzura kanatlanmış hafifliğini yaşadım.

Hayatında hep sağa bükük boynunun, sonsuzluğun sahibi kudretli güce sığınmışlığının munisliği canlıydı. Faniliğe kapanan yolculuğun ebediliğe açılan eşiğindeki bu insan, gerçek mutluluğu nasırlı elleriyle yakalamıştı. Doludizgin giden zaman, doludizgin güzellikleri başka bir eşikte bu insana vermişti. Güneşi bir başka devranda doğmuştu.

Pazartesi günü doğduğu kasabada, sonsuzluğa kanat çırpan amcamdan üç gün sonra onun küçüğü amcam da kanatlanıp gitti. Sözleşmişçesine. Aynı sadelikte ve saflıkta sözleşmişçesine yaşanmış benzer kaderin, kederli hayatı nihayetlenmişti.

Üç gün arayla iki küçük kardeşini ebediyete gönderen babam tavırlarıyla söylüyor:

“Ölüm güzel şey budur perde ardından haber;
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber.”

S. Edip Yörükoğlu
( Yorgun Bedenlerin Huzura Kanatlanmışlığı başlıklı yazı s.-edip-yoru tarafından 22.06.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.