“Allah sizin suretlerinize ve cisimlerinize
bakmaz, değer vermez. Ancak kalplerinize ve davranışlarınıza değer verir.”
Güzellik bir
surettir, kalbin aynasından yansıyan. Ne değeri vardır etin, nede ete
giydirilen şeklin. Yaratandan bir ikramdır sadece ve imtihandır asıl önemlisi.
Yusuf’tan yansıyan nur nicelerinin eline kan olarak döküldü. Ama Yusuf, zindanı
kana karışan şehvete tercih etti.
Züleyha gibi
bir şuh dilberin
Sunduğunda
kendisini tüm benliğiyle
Zindan kokan
dudağıyla Yusuf’a
Yürekten bir
kapı açılmıyorsa
Sevgiliye
götürecek zindana
Yusuf’un
çektiği gibi acı
Yıkmıyorsa
Züleyha’nın şehvet tacını
Sevgilinin
hasret sancısıyla
Sevgi iddiası
yalandır
Söyleyenin
dilinde
Nice giyimler
vardır ruhu darağacına götüren kibre gebe… İnsanları karşısında köle gibi
küçülten, hor bakışlarla süslü... Sahte gülücüklerin yansıdığı dudaklar,
ihanete yol bulan damarlar, sinsi bakışların odağı gözler ve kalplerde onulmaz
yaralar açan dillerin sahibi bedenler, ne kadar hoş görünse de, dergâhı ilahide
çelimsizdir.
Seven
sevdiğinin niyetini okur önce. Samimiyet
ve aşktan yoksunsa, sürmelerle süslü olsa göz, allıklar ve pudralarla
temizlense yüz, ipeklerle donatılsa beden ne değer ifade eder ki, sevgilinin
gözünde. Önce niyet ve kalbe düşen bir katre hüsn gerek.
Nice elbiseler
gördüm kadavraları ayakta taşıyan.
Nice
kadavralar gördüm bir parça bezle kendine adamlıktan paye çıkaran.
Göklerden düşen
bir ilham hayat bahşeder. İnsanlık ne cisimlerin ne de suratların güzelliğinde
saklıdır. Kara bedenli bir Habeşlinin tertemiz kalbinden fışkıran imanda
gizlidir.
Ebu Zer
sevgide ileri nokta… Ama bir gün sözler dökülür dudaklarından. Sevgiliyi
incitecek sözler. Rızayı ilahiye muhalif bir rüzgârdır dudaklarından esen.
“Kara kadının oğlu” bedene takılmıştır sözler, gökleri incitmiştir. Kimse kendi
bedenini seçmemiştir. Kendisinden kaynaklanmayan bir nedenden dolayı insan ne
yerilir ne de yücelir. Çünkü onda maksadı ilahi gizlidir.
Ve Hz Muhammed
(as), muhabbetin, aşkın, sevginin peygamberi. Her türlü övünmeyi ayakları
altına alan Hz Muhammed (as) kaşlarını çattı. Hep tebessümüne alışık olduğumuz
güzel, insan ne oldu sana, ne oldu da böyle öfkelendin?
“Ey Ebu Zer
sen de cahiliye adetlerini görüyorum, sen de cahiliye kırıntılarını görüyorum…”
Ebu Zer üzgün,
hüzün kaplamıştır tüm bedenini. Aşk galip gelmiştir. Kalpte Allah tahtına
oturmuştur. Sürgün edilmiştir tevbeyle her türlü cahiliye tortuları. Başını
koymuştur kara tenli adamın ayakları altına. “Ey Bilal bu başı ayaklarının
altına almazsan hakkını helal ettiğine inanmayacağım, inanmayacağım…”
Şeytan pılını
pırtısını toplayıp kaçar, nefis kahrından hastalanır. Adamlık kanatlanır
göklere çıkar. Asıl yücelik budur işte. Tevazu ve hoşgörü, iman ile
teslimiyettir.
Karun tüm ihtişamıyla
çıkmıştı halkın karşısına. Gözler kamaşıyordu, beli de öyle sanıyordu. Kendini
dev aynasında görüp kendine hayran oluyordu. Sahip değilsin, sözüne burun
kıvırdı. “Ben” dedi bir ateş yaktı. Benliğin ateşinde insanlığını yaktı. Geriye
bir avuç külü kaldı. Külüyle kibirlendi. Bakışları bedenlerin ötesine geçemeyen
gözleri açık körler, “Keşke onun yerinde biz olsaydık” dediler. Ama kalplere nüfuz edebilen gözler
“Allah’ın sana verdiğinden sen de insanlara ver” dediler. Mülkün gerçek sahibine
işaret ettiler. Benlik külünü kibir rüzgarıyla üfürdü. “Ben” dedi tekrar. Benim
bunlar, ilmimle, aklımla, bedenimle, alnımın teriyle kazandım. Ben kazandım.
Kimin hakkı varmış benim kazancımdan…”
Hak bedenden
öteye, suretlerden çok ileride bir gerçeğe işaret etti. Kalpte iyi niyet yoksa
ve iman aşkla yoğrulmamışsa yani sevgiden yoksunsa varlık, en güzel elbiselerde
giydirilmiş olsa insan yüceliğine ermez bir kadavradır.