Son dönemlerde “Şehir Tarihçiliği” hakkında birçok yazı kaleme almaya çalıştım. Genelden özele doğru inerek Diyarbakır hakkında söylenmesi gerekenleri belirtmeye çalıştım. Bilmekteyim ki yazmakla olmuyor, insanın arzuladığı her şey. www.tyb.org.tr Sitesinde bu husustaki yazılara ulaşılabilir. Gerektiği zamanlarda bu yazıları da Diyarbakır'da yayınlanan Bölge Gazetesi Güneydoğu Ekspres 'teki köşemize taşıyacağımızı belirtelim.
Ahmed Arif Kütüphanesi ve Müzesi açılmadan önce iki toplantıya katıldık. Açılış, kimi sebepler öne sürülerek ertelendi. Basından öğrendiğimiz kadarıyla açılışın yapılmış olduğunu öğrendik. Bu açılışa katılmak ya da katılmamak fazla önemli bir durum değil, bizim için. Yine de iki toplantıya katılma davetini nezaketten reddetmedik. Açılış için daveti de geri çevirmedik. Ne olduysa katılmamamız daha hayırlı görülmüş.
Ahmed Arif’e dair yazdığım ve aradan uzun zaman geçmiş olan çalışmamızı, sitelerde yer alan şiirleri hakkında yaptığımız incelememizi sunmak istiyorum. Şiirin hakkını veren Ahmed Arif’i, tüm yönleriyle ele alamayabiliriz, bu çalışmamızla. Fakat Ahmed Arif’i tanımak isteyenler için bu yayınladığımız çalışma, belki bir kılavuz olur.
Hayatında rahat etmeyen Şair için açılan bu müze ve kütüphane, şehrimiz için kazanımdır, bu doğrudur. Mekânda şairin hayatına ve şiirine ilişkin yapılan estetik düzenlemeler, oldukça profesyonel.
Bizim kendi açımızdan öncelikle şair için yazılan makaleler önemlidir, adına çıkan dergilerin özel sayıları önemlidir. Biz, Diyarbakır Yazarlar Birliği olarak açılışına çağrılmadığımız bu müze ve kütüphane için yine de elimizdeki dokumanın fotokopisini sunacağız. Bu dergilerden biri Damar’dır ve biri de Diyarbakır’da yayınlanan Amida’nın Ahmed Arif Özel Sayısı’dır. Bir dönem “Kalbim Dinamit Kutusu” ismiyle Güneş Gazetesi’nde yayınlanan dizi ropörtajı da vereceklerimiz arasında yer alır. Üvercinka Şairi Cemal Süreyya’ya yazdığı mektuplar, kitaplaşmıştı. Bu mektuplarda Ahmed Arif’i iyice tanır, insan. Neydi, nasıl bir kişiliğe sahipti? Bu mektuplar okunduğu zaman, Ahmed Arif daha bir anlaşılır.
Ne yazık ki Ahmed Arif, yaşamının son döneminde Diyarbakır’a gelemedi, şehre gelmeye çekindi. Kendisince gelmeyişinin haklı nedenleri vardı. Hatta Şair, sadece Türkçe yazdığı için kınandı, bir yönüyle dışlandı.
Diyarbakır Yazarlar Birliğinin ileride yapacağı etkinliklerden biri de Ahmed Arif’i anmak olacaktır, Diriliş Ekolu’nun Mimarı Sezai Karakoç’a bir gün ayıracağımız gibi, Merhum Hattat Hamid Aytaç gibi, Ali Emiri Efendi gibi….
Sizi belirttiğim çalışmayla baş başa bırakırken, şehre dair hizmetleri geçenlerin böylesi günlerde unutulmaması dileğimizi yenileyelim. Çünkü Diyarbakır Yazarlar Birliği, bu şehrin temel dinamiklerini bir araya getirmeyi amaçlamaktadır. İleride imkânlar el verdiğinde yapacağı birçok etkinlik söz konusudur. Biz, Diyarbakır Yazarlar Birliği olarak, şehir hakkında “Küçük olsun benim olsun” mantığını reddederek, bilginin kutsal olduğunu, herkesle paylaşılması gerektiğini düşünüyoruz. Madem yitiğin peşindeyiz ve madem her yitiğin mirasçısı biliyoruz, kendimizi; o halde her şeyi bilmek zorunluluğumuz vardır, kendi alanımızla ilgili.
"Ahmed Arif" denilince kendi şiirindeki yapısı, oldukça düzenli bir şair akla gelir. Onda eğrilikten yana bir şey bulamazsınız. Yaşadığı topraklara bağlı, geleneğine, göreneğine aşina, entellektuel birikimi oldukça fazla ve şiiri nakış işlercesine yazan bir kalem akla gelir. Yazdığı şiirlerinde savunduğu dünya görüşü ne olursa olsun- paylaşalım paylaşmayalım- dürüst bir şairdir. Şiirin hakkını veren ve bu yönüyle unutulmayan şairlerden biridir.
İslami Camia'da artık okunması gereken şairlerden olmalı Ahmed Arif. Bir Sezai Karakoç, Diyarbakır'ı nasıl anlatırsa şiirinde o da aynı şekilde vurgundur, şehrine. Zıt kutuplarda yer alsalar da iki şair, bu gün şiir dünyasında seçkin bir yere sahiptir. Bu iki şairin daha iyi anlaşılması lazımdır. Gerek Sağ Düşünce'de gerekse Sol Düşünce'de ve islamî Düşünce'de bu iki şairin kendisini kabul ettiğini belirtelim. Biri İslamî biri Sosyal Demokrat cephede olsa da onları düşünceleri ile yargılamamalı, sanata ve edebiyata sunduğu katkıları ile en azından kabul etmeliyiz. Kimi değerlendirmelerde bu iki şair bir yönleriyle İslami düşünce olarak mahkum edilmekte biri de Materyalist düşünce ile aynı kaderi paylaşmaktadır.
Amaç, sanat ve edebiyat ise, kişinin düşüncesini sanatıyla yoğurduğu çalışmaları, benimseyelim benimsemeyelim hakkını vermek elzemdir. Bu biçimde belirttiğimiz düşünceyi, halen eleştiren çıkıyorsa onlara da bu yaştan sonra sanatı ve edebiyatı öğretecek değiliz, yıllardır yazan biri olarak. Şiir tahlilleri yapan birçok kalem Ahmed Arif'i 1960'ların düşüncesiyle yargılamaktan vaz geçmelidir, kendisinin sanatını, emeğini dile getirmelidir. Aynısını Sezai Karakoç için de belirtiyoruz. Ne yazık ki bizim bu tarz ifadelerimizi halen kabullenmeyen kesimler vardır ve olmaya da devam edecektir.
Ahmed Arif’in Şiirlerine Farklı Bakışlar
Giriş:
Diyarbakırlı Ahmed Arif… Çoğunlukla ezberlenen şiirleri,
konferanslarda, toplantılarda okunmuş, kartpostallarda yer almış,
makalelerde atıflardan pay kazanmış. Türk Şiiri’nde politik görüşü
yansıtan, ustalıklı şiirler, denilebilir ki Cumhuriyet döneminde
alanının bir kaç şairinden biri olan Ahmed Arif tarafından da
yazılmıştır. Belki bu birkaç şairden biri de Ahmed Arif’tir.
Kimseyi
taklide yetinmeyen, az ve öz yazan, kendi dünyasının insanı olan, namus
ve şeref kelimelerine yüklediği kavramın manasının dışına çıkmayan,
coğrafyasının dertli bu şairi, fikren kendisine katılmayan şairlerden de
ilgi görmüştür.
Hayatta kandırılmayı, hafife alınmayı affetmeyen,
dostuna dost, düşmanına düşman kesilen Ahmed Arif, şiir dünyasına farklı
bakış açıları getirmiş, çoğu etkilendiği musıkî eserlerinin kendince
unutulmayacak kelimelerini dizelerinde eritmiştir.
Niçin Soyadını Kullanmadı?
Ahmed Arif’in ismini bile “Ahmed” olarak yazması ve telaffuz etmesi, geleneğe-kültüre ne kadar bağlı olduğunu gösterir.
İsmi,
“Ahmed” ise “Ahmed” olarak kalacaktır. Belki de bu, Türkçeleştirilmek
istenen isimlerin sonu “d” ile bitenlerinin t’ye dönüştürülmesine
tepkidir.
Hiçbir zaman soyadı olan Ünal’ı da kullanmamıştır, bunu böyle bilmekteyiz. İmzasında da “d” harfini özellikle kullanır.
Şiirlerine Bakışlar
Ahmed Arif’in şiirlerinde çarpıcı olan bir özellik tekrarların
olmamasıdır. Az şiir yazma, yazdıklarıyla yetinme, istediğini vurgulama,
kendisini çok yazmaktan alıkoymuştur. Şiirleri kadar Cemal Süreyya’nın
vefatı sonrası yazdığı mektuplarının yayınlanması, Arif’in üçüncü eseri
olarak yorumlanabilir.
Çalıştığı Ankara gazetelerinde yazılarının
yayınlanıp yayınlanmadığını bilmemekteyiz. Oldukça az yazan Şair’in
gazetelerde yazı yazmasının kendisi için yorucu bir iş olarak
görülebileceğini sanmaktayız.
Dostlarının
kimilerinin dürüst davranmaması, kendi iç dünyasında yalnızlığı seçmesi,
medyatik olmaktan uzak duruşu, kendisini fikir işçisi olarak görmesi ve
geçirdiği dönemler, daima insana kuşkulu bakmasına sebep olmuş,
mesafeli duruşlar sergilemesine neden olmuştur. Son döneminde evden
çıkmaması bunun göstergesi olarak yorumlanabilir.
“Kalbim Dinamit Kuyusu”
adı altında yayımlanan kitapta yer alan açıklamaları şairin kimi zaman
haklılığını ortaya koymaktadır, mesafeli duruş şekliyle.
Biz, Ahmed Arif’i yeni yorumlamıyoruz, bu makalemizde. Yorumdan öte şiirlerine farklı yaklaşımlar getirmek istiyoruz.
Şairin
vefatından sonra eleştirilmesini, kimilerinin kendisini beğenmemesini
şekillendirilmek istenen kalıplara girmek istemeyişine bağlamaktayız. O,
kendisini Anadolulu olarak görür, bu toprakların kadîm insanı biçiminde
yansıtır.
Mehmet Akif’ten Aldığı Mısra
Mehmed Akif’ten alınan dizenin şiirinde kullanıldığı” Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda” Vay Kurban Şiiri’nde
geçer. Şairin Mehmed Akif’i yeterince bildiğini, kendisini okuduğunu
belirtmeye gerek var mı? İstiklal Marşı'ndan alınan dizenin geçtiği
şiir:
“Dağların, dağların ardı,
Nasıl anlatsam…
Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz.
Çırılçıplak,
Vay kurban…
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda.”
Yiğitlik, sen cehennem olsan da bile
Fedayı kabul etmektir,
Cennet yapabilmek için seni,
Yoksul ve namuslu halka.
Bu’dur ol hikâyet,
Ol kara sevda”
Ahmed Arif’in şiirine bakıldığında yerli şairlerden bir dize almadığı
görülür. Bunun dışında belirgin olan”To be or not to be” ile “Cogıto
ergo sum” ifadeleri yabancı şairlerdendir.
W. Shakespeare’nin ünlü
“Olmak ya da olmamak” mısraı ile “Cogıto ergo sum” ifadesi, Ahmed
Arif’in şiirinde kullandığı başkasına ait alıntılardır, isimsiz
kullanılıp, tırnak içinde gösterilen.
Şiirinde Musıkîden Etkilenmeler
Diyarbakır’daki
halk musıkîsinden oldukça etkilenmeler içinde olduğu görülür ve bunu
kendisi de reddetmez. Arif’in şiiri, bu etkilenmeler olmasaydı, belki
günümüze dek bu tarzda gelmez, şiirleri bu denli tutulmazdı.
Ahmed Arif’in Cemal Süreyya’ya yazdığı mektuplarda halk musıkîsinden ne derecede etkilendiğini belirten ifadeleri:
“Beş
altı yaşında iken bazı türküler daha doğrusu türkülerde bazı mısralar
beni sarhoş edecek kadar sardı.”Bacısı güzele kardaş olaydım”, “Çayın
öte yüzünde-Ceylan oynar düzünde”, “Ben seni gizli sevdim-Bilmedim âlem
duyar!”
Ses, çarpan , sarhoş eden, yüreğimi alıp götüren ses,
olarak Diyarbekirli Celâl Güzelses, Cizreli Hasan ve Meyrem’in sesi
oldu.(Celâl Abi, bütün Diyarbekir’in abisi, öldü. Cizreli Hasan’ın iki
gözü kördü, vatanımda dilenecek halde sürünüyordu. Irak’a gitti, baş
artist oldu. Meryem de öyle. Hamamlarda natırlık yapar sürünürdü. O da
Irak’a gitti. Radyoda en yüksek baremde devlet sanatçısı oldu.” (7/Eylül/1969 Tarihli Mektup’tan Kaynak Yayınları Sh 72)
Leylim-Leylim Şiiri’nden:
“Leylim-leylim
Ayvalar, nar olanda
Sen bana yâr olanda
Belâlı başımıza
Dünyalar dar olanda”
Bu mısralarda etkisinde çok kaldığı Diyarbekirli Celâl Güzelses’in söylediği ”Ağlama Yâr Ağlama” isimli eserin yansımaları oldukça belirgindir. Ahmed Arif, bu dizeleri biraz kırarak şiiriyle bütünleştirmiştir.
Bu mısraların Diyarbakır’da söylenegelen müzik eserinde yeri şu şekildedir:
“Elmalar al olanda gel (anam)
Ayvalar nar olanda gel
Heste düştüm gelmedin (anam)
Bari can verende gel”
Bu mısralara cevap olabilecek dizeler, Kara Şiiri’nde geçer gibidir:
“Künyen çizileli kaç yıldız uçtu,
Kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti,
Gelmemiş kimselerin…”
Mektubunda belirttiğinden yola çıkarsak, kendisi aynı zamanda iyi bir dinleyicidir, iyi kulağa sahiptir.
“Uy Havar!” şiirinde adeta söylenegelen musıkî eserlerinin sesi vardır:
“Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay!
Oy sevmişem ben seni….
He canım…
Yaran derine gitmiş
Fitil tutmaz bilirim.”
“Diyarbekir etrafında bağlar var/Fitil işler yüreğimde yaram var” seslenişi ile “Yaran derine gitmiş/Fitil tutmaz bilirim” arasında büyük bir benzerlik vardır.
Vay Kurban’da ”Gün ola devran döne, umut yetişe” mısraı, “Gün ola devran döne/Yine sararım yari” ifadesinden beslenmiştir.
Şairin Yoksulluğa Dair Dizeleri
Şairin
en çok çektiği sıkıntı da maddî açıdan karşılaştığı zorluklardır. Gerek
bilinen mektuplarında gerek şiirlerinde bunu saklamaktan çekinmez. Sevdan Beni şiirinde ”Terk etmedi sevdan beni/Aç kaldım, susuz kaldım” şeklinde görülen yoksulluğun Anadolu‘daki yansıması:
“Utanırım
Utanırım fıkaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak…
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun?”
Yalnız Değiliz’de Çukurova insanını ön plânda görmekteyiz:
“Tütün işçileri yoksul,
Tütün işçileri yorgun,
Ama yiğit,
Pırıl-pırıl namuslu.
Namı gitmiş deryaların ardına
Vatanımın bir umudu…”
Vay Kurban’da ölüm karşısında yoksulluğun çekilmez ıstırabı dillendirilir:
“Ölüm bu,
Fıkara ölümü
Geldim, geliyorum demez.
Ya bir kuşluk vakti, ya akşam üstü,
Ya da seher, mahmurlukta, Bakarsın, olmuş olacak.
Bir hastan vardı umutsuz,
Hasreti uykularda,
Hasreti soğuk sularda.”
Mektuplarının
bazıları sitemlerle doludur. Hasretinden Prangalar Eskittim’i
yayınlayan yayıncının kendisine telif ücreti ödememek için gizli
basımlar yaptığını, ikinci basım için aracı yolladığını anlatır.
Kendisinden
antoloji için şiir ve yazı isteyen bir eleştirmenin ısrarlı isteminden
şikâyetçidir. Bu Edebiyat Eleştirmeni Asım Bezirci'dir.
13/Ocak /1969
Tarihli mektuptan:“Çok şeyler yazmak istiyorum ama, aklım başka
sorunlarda. Mesela henüz ocak aylıklarını alamadık. Benim kooperatiften
edindiğim daire 4 aydır boş. Banka taksitleri de cabası! Yani tam
anlamıyla” itten aç, yılandan çıplak haldeyim.”(age sh 32)
“İtten aç/Yılandan çıplak” dizeleri, “Ay Karanlık” şiirinde geçer:
“İtten aç,
Yılandan çıplak,
Vurgun ve belâ
Gelip durmuşsam kapına
Var mı ki doymazlığım?
İlle de ille
Sevmelerim,
Sevmelerim gibisi?
Oturmuş yazıcılar
Fermanım yazar
Ne olur gel,
Ay karanlık…”
Şairin bu tarzda yoksulluk çekmesi ve hayatı boyunca kendi çabası ile ayakta durması, onun doğulu kişiliğinden kaynaklanır.
Ankara’daki
gazetelerde çalışırken halinden şikâyetçi değildir. İstese yazdığı
diğer şiirlerinden de birkaç kitap oluşturur, geçim sıkıntılarını en aza
indirgeyebilirdi. Nihayetinde O, bunu istememiş, sanatını düşünmüş,
işin ucuzluğuna itibar etmemiştir.
Ahmed Arif’in Yazıları Var Mı?
Acaba
Ahmed Arif, sadece şiir mi yazmıştır? Çalıştığı gazetelerde düz
yazılarını yayınlamamış mı? Bu açıklığa kavuşmamış sorunun cevabı, ancak
çalıştığı gazete arşivlerinin taranması ile mümkündür, dergilerin
incelenmesiyle mümkündür. Belki Ahmed Arif’in düzyazıları bulunur,
şiirleriyle karşılaştırılabilme imkânı elde etmiş oluruz, böylelikle.
Merak ettiğimiz bu husus bu güne kadar araştırılmış mı? Bilmiyoruz.
Ahmed Arif’den Şiirler
Kara Sevda
Bir uzak rüyada yorgun ıhlamur,
İkindiler sonu inen ıssızlık,
Ve Araf kokulu uzak bir yağmur,
Halâ düşüncemde sonsuz yalnızlık.
Yemyeşil saltanat minarelerde,
Dualar ki ıslak, meçhul ve derin.
Ağıtla içilir pencerelerde,
Uzak hatırası sevilenlerin.
Haşin bir uzlettir kurşun sonbahar,
Hummalı alınlar serin camlarda.
Ve kara sevdalı delikanlılar,
Bekleşir…Bekleşir bu akşamlarda.
Sevdan Beni
Terk etmedi sevdan beni
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim, kelepçede
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terk etmedi sevdan beni
İçeride
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mı?
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…
Diyarbekir Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebenin Ninnisi
I.
Varamaz elim
Ayvasına, narına can dayanmazken,
Kırar boynumu yürürüm.
Kurdun, kuşun bileceği hal değil,
Sormayın hiç
Laaaaal…
Kara ferman çıkadursun yollara,
Yârin bahçesi târumar,
Kan eder perçem
Olancası bir tutam can,
Kadasına, belâsına sunduğum,
Ben öleydim loooy…
Elim boş,
Ayağım pusu.
Bir ben bileceğim oysa
Ne âfat sevdim.
Bir de ağzı var dili yok
Diyarbekir Kalesi…
2.
Açar,
Kan kırmızı yediverenler
Ve kar yağar bir yandan,
Savrulur Karacadağ,
Savrulur zozan…
Bak, bıyığım buz tuttu,
Üşüyorum da
Zemheri de uzadıkça uzadı,
Seni, baharmışın gibi düşünüyorum
Seni, Diyarbekir gibi,
Nelere, nelere baskın gelmez ki
Seni düşünmenin tadı…
3.
Hamravat suyu dondu,
Dicle’de dört parmak buz,
Biz kuyudan işliyoruz kaba-kacağa,
Çayı, kardan demliyoruz.
Anam sır gibi saklar siyatiğini,
“Yel” der, “Baharın geçer”,
Bacım iki canlı, ağır,
Güzel kızdır, bilirsin,
İlki bu, bir yandan saklı utanır
Ve bir yandan korkar
Ölürüm deyi.
Bir can daha çoğalacağız bu kış,
Bebeğim, neremde saklayım seni?
Hoş gelir,
Sefa gelir,
Ahmed Arif’in yeğeni…
4.
Doğdun,
Üç gün aç tuttuk,
Üç gün meme vermedik sana,
Adiloş Bebem,
Hasta düşmeyesin diye,
Töremiz böyle diye,
Saldır şimdi memeye,
Saldır da büyü…
5.
Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü…
Bu namustur
Künyemize kazılmış,
Bu da sabır,
Ağulardan süzülmüş.
Sarıl bunlara
Sarıl da büyü…
Hasretinden Prangalar Eskittim
Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni, anlatabilmek seni,
Namussuza, haldan bilmez,
Kahpe yalana.
Ard-arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarıda gürül-gürül akan bir dünya…
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana,
Bir bu yana…
Seni, bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en sesiz dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp giden de,
Seni, anlatabilmek seni…
Yokluğun Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini…