Tarih savaşlarla doludur. Hatta savaşlarla örülüdür desek yanlış olmaz. İrili ufaklı, kansız kanlı, iki taraflı çok taraflı, gizli aleni, soğuk sıcak…
Yaşlı dünyamız bilinen tarihte iki dünya savaşı yaşamıştır. En azından, eski dünyanın büyük kısmında cereyan eden iki büyük savaş bunlar. Tarih kitapları anlatır durur sebeplerini, nasıl cereyan ettiklerini ve sonuçlarını. Hangi coğrafyayı, hangi toplumu nasıl etkilediğinden bahsederler. Can ve mal kayıpları rakamlarla verilir. Yok olan bir canın, o canın aklının, bir tesisin, bir bilginin, bir eserin, insanlığın mevcut durumundan ve geleceğinden neler alıp götürdüğü asla bilinemez ve yazılamaz.
Kitapların bize sunduklarının, genellikle savaşa sebep olan fikirlerin bize sundukları olduğunu kabul etmek zor olmasa gerek. Bunların dışında milletler ya da toplumlar içine düştükleri gafleti hafifletmek adına mikro menfaatler üretir. Kayıpları ve yenilgileri kabul edilebilir seviyelere çekmek için lokal kahramanlıklar göklere çıkarılır, düşmanın gücü değil kalleşliği ön plana sürülür.
Savaşların sebepleri hep toplumların hassasiyetlerine paralel olarak dizayn edilmiş ve öyle kayıtlara geçmiştir. Ancak son yıllarda objektif aklının farkına varan insanlık, ekonomik gereksinim ya da hırsların esas faktör olduğunu, diğer kitabi gerekçelerin ise yalnızca toplumlara kabul ettirebilmek ve yönlendirmek için kullanıldığını anlayabildi. En gözde aktörlerin etnisite ve inanç olduğunu ve bu aktörlere figüran ya da yardımcı oyuncu bulmanın hiç de zor olmadığını biliyordu artık insanlık. Anlayamadığı ya da yakıştıramadığı tek şey kendisinin de figüran olabileceği idi.
Uluslararası ticari ilişkilerde ( Başka niçin ilişkiye ihtiyaç vardır ki.) manzarayı doğru kavrayabilmek için kişisel ticari etkinlikle yani alışverişle örneklemek yanlış olmaz sanırım.
Alışverişi mahallede bir dükkandan yaparsanız, pazarlıkla indirim ve yazdırarak erteleme imkanınız varken, süpermarketten yapacağınız alışverişte, barkod okuyucunun dıtladığı rakamı peşin olarak vermek zorunda kalırsınız.
Uluslararası alışverişler de aynıdır. Güçlü bir ekonomiden alacaklarınız onun belirlediği fiyatlar üzerinden olacaktır. Zayıf bir ülkeden bir mal, mamul yada yarımamul alacaksanız onunla pazarlık edebilir, aynı malı işleyerek yüz katı fiyata geri satabilecek kadar indirim yaptırabilirsiniz. Bu bile kabul edilebilir durumlardandır. Daha da ucuzlatmanın, hatta bedavaya getirmenin hileli yolları da vardır elbet:
O ülkenin yönetimi zayıflatılabilir mesela; suni iç meseleler pompalanarak iç kargaşalar çıkartılır, her türlü iç değerler ve dinamikler tartışma konusu haline getirilir. Memleketin her müessesinin, her kanununun, her politikasının, her hedefinin değiştirilmesi ihtiyacı benimsetilir. Onlar değiştirilirken açılan kapılardan, zaman ve kişi odaklı yasalarla resmi kaçakçılık gerçekleştirilir. Küçük bir rüşvetle bire yüz olan oran, bire bin olur ki; her türlü pisliği yaptırtabilecek kadar çıldırtıcı ve kışkırtıcıdır.
Dini olgunluğunu erken yaşamış ve dünyaya yeniden dönmüş olan batı, akıl, bilim ve teknolojide de doğu (Uzakdoğu hariç) toplumlarının önündedir. Akıl ve teknoloji üstünlüğü ile üretime hazır oluşluğu, sanayi devrimini iki yüzyıl önce yapan batının kaynak ve enerji ihtiyacını ayyuka çıkarmıştır. Yüzyıllar boyunca bu ihtiyaçlar sömürgelerden karşılanmıştır. Neredeyse tüm Orta Asya ve Afrika , Avrupa ve Amerika’nın hammadde, işgücü ve enerjisini sağlamıştır. Zavallı coğrafyalardaki tüm topraklar ve tüm toplumlar, farklı nispetlerde batının sömürgesi ve oyuncağı olmuştur.
Savaşların yarattığı acılar ve sömürgelerden gelen ucuz kaynak ve işgücü batının refahını artırırken insan hak ve hürriyetlerinin gelişimine de katkılar sağlamıştır. Yaşam şartlarını geliştiren Avrupa demokrasi ve insan hakları konularında ki gelişimleri de perçinlemiştir. Kendi halkları için refah sağlayan hususlar; ikinci dünya ülkeleri için her ne kadar birer ışık bibi görünse de aynı sonucu vermesi imkansızdır. İlaç; akıl, fen ve ekonomik gelişmişliği düşük toplumlarda aşırı yan etki göstermektedir. Bu durum batının elinde yeni bir silah olacak ve nükleer füzyondan daha tehlikeli boyutlara ulaşabilecektir. Fikirler aynı kaldığı sürece, bu toplumları, istedikleri sayıda bölebileceklerdi.
Adı demokrasi olsa bile, demokratik öğelere, etnik ve dini algılar açısından alerjili İslam coğrafyası, bu zayıf yönüyle, batının eline büyük bir koz vermiştir. Batıya göre; yer altı zenginliği cezbedici olan bu coğrafya daima birtakım müşküllerle meşgul edilmeli, zayıflatılmalı, aralarında herhangi bir birlik oluşmamalı, birbirlerine olabildiğince düşman olmalılar ki tek dostları(!) batı olmalıdır. Böylelikle, meşhur alışveriş dengesi dost kazığı atabilecek seviyeye gelecektir.
Benzer ayak oyunları tarih boyunca hep oynanmıştır. Devletlerarası ilişkilerde beşeri duyguların değil ülke çıkarlarının gözetilmesi gerektiğini kavrayamayan Ortadoğu, hep fikri ve fiili çatışmaların mekanı olmuştur. Sürekli kullanım için bu topluluklar arasında fitne hiç eksik edilmemiş; böylelikle hem verimli bir silah pazarı oluşmuş, hem de daha büyük kazançlar için zemin hep hazır tutulmuştur.
Akıl ve teknolojice üstün ama kaynakça zayıf batı, kaynakça zengin ama akıl ve teknoloji üretebilirlik açısından zayıf İslam coğrafyasını, pazarlık koşullarını daima lehinde tutmak için, yıpratma politikasını hep sürdürmektedir.
Avrupa, Hıristiyanlığın gölgesinde demokrasiye geçerken çektiği sancıları çok iyi bilmekte ve bilgiyi kazanca dönüştürmek için, şimdi, o zamanlardaki Hıristiyanlığın yaşında olan İslamiyet üzerine tatbik etmeyi düşünmektedir. Elbette ki sonuçlarını değil sadece sancılarını ümit ederek.
İnancın etkilerini, tarihsel olarak bir buçuk milenyumluk birikimini, değiştirmek ve bu dünyayı öteki dünyadan ayırmak hiç kolay olmamıştır. Şimdilerde aynı yaşa gelen İslamiyet için de, tarihi direnci ve bu dünya/öbür dünya ayırım algısını değiştirip, mücadele edebilir, yaratabilir bir medeniyet oluşturmak elbette ki çok sancılı olacaktır.
Sancılı da olsa bu geçişi hayal eden Arap ülkelerindeki bazı gruplar, uzun sürecek sancılı dönemden çok şey bekleyen eski sömürgenlerin döşedikleri fitili ateşlediler, yönetimlerine karşı ayaklanma başlattılar.
Batının da bir batısı vardır ve akıl akıldan üstündür.
Uzun zamandır refah içinde yaşayan Avrupa, rahat yaşamın rehaveti ve tarihten gelen medeniyet birikimiyle insanlaşmıştır. Haçlı ruhunu ve sömürge savaşlarındaki yırtıcılıklarını kaybetmişlerdir. Bu yüzden, ileride ya da yakında, akıl yetmez olur da kuvvet kullanımı gerekirse, bu insanları ikna edecek ve kışkırtacak sebepler de yaratılmalıdır.Bunun için:
İslamın potansiyel terör kaynağı olduğu algısı her alanda her zaman işlenmektedir.
İslamiyetin kutsal değerlerine fikir özgürlüğü diyerek saldırıp, Müslümanlar kışkırtılmakta ve oluşan taşkın protestolar dünya kamuoyuna sunulmaktadır.
Afrika kökenli Müslümanlara yönelik olaylar, toplumsal olaylara dönüşmektedir.
Yabancı düşmanlığı sürekli güncel kalacak şekilde, etnik cinayetler işlenmektedir.
Gelir dağılımı dengesizliğinde, yabancılar ve göçmenler ön plana çıkarılmaktadır.
Ekonomik krizler yaratılmakta ve insanlar, yeni kaynak için savaşın gerekebileceği hususuna alıştırılmaktadır.
Bir yandan Arap baharının mevcut devlet yapıları üzerinde solvent etkisi devam ederken, diğer yandan kapıyı bile çalmadan geliveren krizler( kısmen baharın etkisi) boğaz derdine düşen Avrupa halkını, insani duygulardan uzaklaştırmakta ve menfaatçi katı müdahaleleri görmesini engellemektedir. Hatta, ileride olabilecek fiili işgal ve bölünmelere de sıcak bakmaya ikna edecek şekilde yeni krizler yaratılacaktır.
Devam edegelen fikir akımları, sosyal patlamalar, din algısında değişimler, ekonomik krizler ve daha onlarca, yüzlerce faktör Üçüncü Dünya Savaşını ortaya çıkarır mı bilinmez ama üçüncü dünya ülkelerinin birbirleriyle savaşını ve iç karışıklıklarını devam ettireceği kesindir.
Akılegemen batı dünyası, batının verdiği akılla yaşayan, kaynak ve enerji zengini coğrafya üzerinde akıl oyunlarını hep sürdürecek. Zihinleri, fenden evvel metafizikle doldurulan nüfus ise bu dünyanın vahşi oyunlarıyla hesaplaşmayı hep öbür dünyaya bırakacak, gördükleri zulümden dolayı mazlum oluşlarının onları cennete taşıyacağına inanarak, dünya nimetlerini batıya terk etmeyi sürdüreceklerdir.
Üçüncü Dünya Savaşı hiç yaşanmasa bile, üçüncü dünya ülkeleri, akıllarını bu dünyaya vakfedene kadar, hep savaşacak.
Güner Durmaz / birinsan