Adam, bin yılın icadını bulmuş,
topraktan çanaklar yapıyor. Bir gün, çanak yapmak için toprağı kazarken, üst
taraftaki gevşeyen toprak çöktü. Kadın, komşu kadın ve komşu adamla göçüğü
kaldırmaya çalıştı. Güneş batmak üzereydi ama gece dolunay olacaktı. Sabaha
kadar kazdılar. Ulaşamadılar. Sanki toprak ana onu yutmuştu ve sindirmişti
bile…
Bilen adam geldi ve kadına dedi
ki; “ Toprak Tanrısı senin adamını aldı.
Çünkü senin adam onun toprağını çalıp başka şeyler yapıyordu. Sen de Toprak Tanrısına itaat etmelisin ve onu
kızdırmamak için hediyeler sunmalısın.”
Kadın, bütün çanakları kırdı ve Toprak Tanrısına geri
verdi, adamını istedi. Hep adamını bekledi. Yetişkin oğluna da hiç çanak yaptırtmadı.
Toprak Tanrısı onu da almasın diye.
Çağlar geldi geçti. Yazı bulunmuş olsaydı mağara
duvarında M.Ö. 4748 yazacaktı.
Aynı köyün yakınlarında bir aile yeni yeni evcilleştirmeye çalıştıkları
keçilerini bir kaya oyuğuna kapatmışlardı. Kadın, ağaçtan oyulmuş kaba süt
sağmak için kaya oyuğundan yapılmış ağıla gidiyordu. Bastığı bir kaya yağıştan kayganlaşmıştı.
Ayağı kaydı ve yağmurla birlikte kabarmış olan dereye düştü. Çığlıklar arasında
sürüklenerek gitti. Adam ve oğlu dere
boyunca üç günlük yol teptiler. Bulamadılar kadını.
Bilen adam geldi dedi ki; “ Siz keçilerin özgürlüğünü
aldınız. Özgür keçilerin tanrısı, göklerin tanrısına sizi şikayet etti. O da su
tanrısına, keçilerin özgürlüğü karşısında senin kadınını almasını söyledi.
Tanrıları kızdırmamalısın, gönüllerini hoş tutmalı ve onlara hediyeler
sunmalısın.” Adam, içinden “dağlarda
sürülerle keçi var tanrı niye benimkileri istiyor” diye geçirse de en albenili keçisini Tanrıların olduğu
dağlarda özgürce dolaşsın diye salıverdi ve Tanrılardan kadınını geri istedi.
Dünya, güneşin etrafında binlerce kere daha döndü.
Takvimler 1100 yılını gösteriyordu.
Aynı köye on atlı geldi. Köylü biliyordu ki, onlarcası
da köyün dışında bekliyordu. Zırhlar içinde parlayan adam “ Kafirler üç günlük
mesafeye geldiler. Onlar tanrıya inanmıyorlar. Köyleri yakıp, kadınlara tecavüz
ediyorlar. Tanrı adına savaşıp onları yok edeceğiz.” diye niyetini açıkladıktan
sonra bir düzine genç adamı alarak
ayrıldı. Gençler geri dönmedi. Ne gençler ne de yakınları öğrenemedi. Tarih de
yazmadı zaten gelen düşman falan olmadığını, hükümdarın asıl niyetin bir
yerleri istila etmek olduğunu.
Tanrılar eski çağlarda dolaylı olarak, tabii olaylarla
falan gönderirdi mesajlarını. Artık direkt ordular gönderiyordu. Savaşta
ölenleri de çok seviyor yanına alıyordu.
Çağlar su gibi çağlayarak değişti. Bilişim çağı geldi.
2000’li yıllar oldu.
İnsanlar hala, İbrahim’in hikayesinden evlat kurban
etmemeyi öğrenemedi. Tanrının bir şey istemediğini akıl verdiğini anlayamadı. Sadece
olayın et yemek ve paylaşmaktan ibaret olduğunu zannetti…
Aynı köyün civarında:
Depremler oldu. Onbinlerce insan öldü.
Sel baskını, heyelanlar oldu. Yüzlerce insan öldü.
Anarşi oldu. Sokak çatışmaları oldu. Binlerce insan
öldü.
İnsan canını korumaktan sorumluların işkencesinden,
binlerce insan öldü.
Terör olayları oldu. Onbinlerce insan öldü.
Elin savaşına erlerimizi gönderdik. Düzinelerce insan
öldü.
Karı koca hayatı paylaşamadı. Yüzlerce insan öldü.
Fiziği öğrenmeden, oyuncağını alan yollara düştü.
Onbinlerce insan öldü.
İlahın verdiklerine farklı manalar yükledik. Verdiği
aklı, huzur ve mutluluğu üretmeye değil, üretecek aklı frenlemeye kullandık.
Velhasıl, aklı kurban ettik. Azmi, emeği, kurban ettik.
Tanrının verdiği canları, tanrı adına feda ettik.
Kurban ediverince yırtacağımızı zannederek gerçek
değerlerimizi kurban ettik.
Tanrıyı kızdırmış olmalıyız. O’na kurbanlar sunalım…
Mübarek bayramımız, bize, her ne için olursa olsun,
insan kurban etmemeyi öğretecek feyz olsun.