Eskiden, sokaklarda, trenlerde, tramvaylarda, feribotlarda, duraklarda ve toplu duraklanan her yerde karşılaşırdık “sudan ucuz”cularla, bedavacılarla. Avaz avaz bağırırlardı:
“Gel, gel, gel vatandaş gel! Bizde her şey bedava. Bir kalem, bir tarak alana anahtarlık bedava. Bu hakiki camış derisi çantayı üç kuruşa veriyoruz. Yanında, bu kemer, bu çakmak, iki de toka bedava…”
Gün oldu, devran döndü.
“ Baylar, bayanlar. Bebelere babalara sudan ucuz oyuncak. Tetris bir lira, yanında şu gördüğünüz hesap makinesi bedava.”
Gün yine oldu, devran yine döndü.
“Teyzeler ablalar. Bir dakikanızı bana verin, paranız cebinizde kalsın. Bu kazaklar, mağazada, dükkanda beş lira, bizde üçü beş lira ikisi bedava… Burada bedava, çar çur etme paranı sağda solda.”
Maslow öyle diyor: Yeme-içme, barınma, güvenlik ve cinsellik ihtiyaçları karşılanamayan insanların değer yaratması yada benimsemesi beklenemez. Bu ihtiyaçlar bir nevi hayvansal ihtiyaçlardır. Tüm canlılar için geçerlidir. İnsan ise, insanlık tarihinin sağladığı akıl ve bilgi birikimiyle üretim ve yönetim sistemleri kurmuştur. Bu sistemlerle alt seviye ihtiyaçlarını karşılamış ve değerlerle beslenen bir canlı haline gelmiştir.
Çığırtkan satıcıların, özgüveni yüksek sesiyle insanları etrafına çağırıp, aslında daha değerli şeyleri halka Robin Hoodvari bir davranışla neredeyse bedavaya veren alkışlanası davranışını sergileyen sahne, “zabıta geliyor beyler” fısıltısıyla son bulur. Ama, zabıta – seyyar satıcı köşe kapmacası asla bitmez. Aynı sahneye başka oyuncular çıkar ya da bu oyuncular başka yere sahne kurar.
Bu sahneleri tetikleyen, insanların bedava tutkusudur. Aslı bedava olmasa bile adı bedava olsun yeter. Oracıkta her kesimden insan toplanıverir. Kendileri için vergi verenin tekerine çomak soktuğunu umursamadan, aynı işi yapmak için dükkan açarak maliyetlere ve emeğe katlanın hakkına tecavüzü ödüllendirerek, kendileri için kurulmuş yaşam düzeninin devam ettirilmesi yükünü zabıtaya yükleyip, ucuz ve yavan hayatlarına devam ederler.
Günler oldu. Devran döndü de döndü. Çağ bile değişti. “Bilişim Çağı” geldi. Kıyafetler, bir giyilip atılır oldu. Ekmekler bütün bütün çöpe atılır oldu. Binalar çerez gibi satılır oldu. Bütün yollar duble, sokaklar parke taşı oldu. Her köşebaşı bankalarla, hesaplar dolarlarla doldu.
Olan Maslow’un teorisine oldu.
Kimse aç ve açıkta değil. Ama herkes, hala, daha fazlasına aç. Değerler düzeyine geçebilmek için her şey hazır. Gerçi, cinsellik hala karneyle ama, geriye kalan her şey tamam.
Öyleyse nedir dobralığı yalakalığa dönüştüren? Kim çaldı emeğin değerini, üçkağıda verdi? Diyelim ki doğrular değişiyor. Dürüstlük değişmez ki. Kim takas etti dürüstlüğü dalkavuklukla? Ve niye?
Nedir bizi hala peşinden sürükleyen “bedava” büyüsü?
Her şey değişiyor dünyada. Dünyanın bile dönmekten başı döndü ama bizim bedava tılsımlı işporta ruhumuz değişmedi. Sadece kostümler ve mekanlar çeşitlendi o kadar.
Kafede oturup gazetenizi okurken, on santimlik topuklarla uzatılmış bacakların üzerindeki döpiyes size yaklaşır. Kafanızı kaldırınca, gözlük ve omuzlara salınmış saçlardan görülebilen tek ağız konuşmaya başlar. “ Efendim ben Fosbanktan geliyorum. Çok cazip faiz ve geri ödeme koşullarıyla ve masrafsız kredilerimiz var. Ayrıca kredi kartlarımızda….”
Sokakta yürürken, birileri sizi ya sokağa kurduğu tezgaha ya da bir dükkandaki tezgaha sürükleyerek tezgahını anlatmaya başlar. “ Eğer şu GSMye geçersen 40 liraya bin dakika konuşuyorsun beşyüz sms bedava”
Televizyon, internet, bilbordlar aynı tezgahı tezgahlıyorlar: Bedava…
Şu kartla alırsan bu kadar beleşpuan kazanırsın. Şu kadar beleşpuana şu bedava…
Verdiğin paraları saymazsak bedava tabi.
Birisi, hayrına lokma dökmüş dağıtıyor bedava. Yağ ve hamurdan uzak durun diyor tıp. Hamur gibi mayalanıp kabarmış insanlar var kuyrukta. Hayırla şer karışıyor. Sanıyoruz ki, oyunun adı tıp.
Hayrına yemek veriyormuş birisi. Bedava. Kimse, evdekini çöpe atsa da, hayır olduğundan olsa gerek, buradakine hayır demiyor. Düşünmüyor gerçekten muhtaç ve aç birilerinin olabileceğini. Yardımlaşma değerini bir güzel indiriyor mideye. Maslow’a inat.
Gıda paketi gelmiş, kömür gelmiş kapına kadar. Bedava.
Bedava demek “Karşılığında bir şey vermeden almak” demektir. Karşılığında bir değer olmayandır. Değersizdir. Karşılığında bir şey yapıyorsanız da bedava değildir zaten.
“Emeksiz yemek olmaz.” demiş atalarımız. Dilencinin rolü bile emektir belki.
Ucuz etin bile yahnisi yavan olurken, bedava sirkeden bal tadı alıyorsak oturup düşünmeliyiz. Ya et yavandır ki ucuza satılmıştır ya da adamcağız güzelim eti yanlışlıkla yahut zorunluluktan ucuza satmıştır. Et yavansa yahni de yavandır. Et güzel olsa da satanın zor durumundan faydalandığın için sana yavan gelmeli.
Halk, “Bedava sirke baldan tatlıdır.” atasözünün, bir hiciv olduğunu anlayamaz ve hayatı beleşe getirmeye çalışırsa, baldan tatlı olan alın terini unutur ve balın tadını da asla anlayamaz.