Yapılan tüm bağımsız araştırmalar gösteriyor ki, ülkemizde yaşayan kadınların %7’si 15 yaşından önce cinsel istismarın taciz ve tecavüz gibi farklı çeşitlerine maruz kalmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünya çapındaki rakamlar da çok dehşet verici… 150 milyon kız çocuk, 73 milyon erkek çocuk cinsel ilişkiye zorlanmış veya cinsel şiddetle karşılaşmıştır. Cinsel istismar, çocukların %55’inde 5 -15 yaş arasında, %40’ında ise 10-16 yaş arasında görülmektedir. Türkiye’deki rakamlar da çok çarpıcı… Cinsel istismara uğrayan çocukların %30’u 2-5, %40’ı 6-10, %30’unun ise 11-17 yaşları arasında olduğu görülmektedir.
Bu aşamada, batı ülkelerindeki rakamların oransal değerlerinin daha fazla olduğu bütün kaynaklarda ortak bir görüş olarak ortaya çıkıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre cinsel istismar vakalarında çocuğa yönelik pay %20’in üstüne çıkarken ülkemizde %10’u buluyor. Ama bu bizim için bir övünç kaynağı olamayacak. Bunun da çok basit bir sebebi var. Ülkemizdeki çocuğa yönelik cinsel şiddet suçları, ailelerin olayı gizlemesi eğilimiyle saklı tutulduğundan oran, pratikte %50’dir!
Çocuk veya yetişkin, hangi yaş grubunda olursa olsun, toplumda aşağılanma ve ayıplanma korkusu, ne yazık ki bu suçlara maruz kalanlarca yaşanıyor. Gelişmiş ülkelerde mağdur korunurken, bizim ülkemizde toplum tarafından olumsuz etiketlemelere maruz kalıyor. İşte bu yüzden kimi zaman çocuk ailesine bu şiddeti açıklayamıyor; açıklasa da aile bu suçu teşhire yönelemiyor. Hatta birçok cinsel şiddet vakası, bizzat aile içinde gerçekleşiyor. Bu da ne yazık ki, durumu daha da zorlaştırıyor.
Suçu işleyen kişiler sanıldığının aksine; serseri, madde bağımlısı olarak tanımlanacak kişilerden çok, toplumda saygın bir yere sahip bireyler arasından çıkmakta… Bu da ayrı bir sosyolojik vakayı gözlerimizin önüne seriyor… Suçu işleyenlerin geçmişlerine baktığınızda da, çok farklı şiddet uygulamalarının kurbanı oldukları bir çocukluk geçirmiş oldukları görülüyor. Bu da bize, çocuk cinsel istismarı vakalarını, münferit, basit adli vakalar olarak görmekten vazgeçilmesi gerektiğini gösteriyor. Bir başka ifadeyle, çocuk tecavüzü toplumsal bir sorun olarak ele alınmalı…
Ülkemizdeki yasaların bu suçtaki caydırıcılığını tartışmakla başlayalım. TCK’nın 103.maddesine göre, çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi 3-8 yıl, tecavüz eden kişi 8-15 yıl hapis cezasına çarptırılırken 15-18 yaş arasında yine aynı ceza maddesinde çocuğun rızası, yani kendi isteğiyle birlikte olup olmadığı araştırılır; eğer rızası varsa şikayet edilmesi durumunda 6 aydan 2 yıla kadar bir hapis cezası verilir. Kanunun bu son cümlesi ailenin, çocuğun tecavüzcüsüyle anlaşmasını teşvik ederek, onu ‘kutsal evlilik kurumuyla’ taçlandırmaya kadar gider. Ne yazıktır ki artan çocuk evlilikleri, ülkemizdeki çocuk istismarına bağlı tecavüz olaylarında bir artış olduğunu göstermektedir. Bu da, fiziksel olgunluğun yeterli olduğunu sayan bizim gibi ülkelerin, çocuklarını asla ve asla koruyamayacağını gösterir. Çünkü fikri olgunluk olmadan, hele ki bir tecavüzün travması sonrasında, mecburiyetten kurulacak evlilik, kanaatimce, bu toplumsal şiddet olgusunun yüzyıllarca sürmesine neden olacaktır.
Doğu illerimizde sıklıkla karşılaşılan töre cinayetlerine de değinmekte fayda var. Tecavüze uğrayan kızlarını öldürmek için silahlanan ailelerin bu saçma sapan feodalite tutkunluğundan vazgeçirmek nasıl mümkün olacak? Bunun için bu ülkenin güvenlik güçlerini, yasa yapıcılarını bir an önce çözüm üretmeye çağırmak zorundayız. Katillerin ‘tahrik’ gerekçesiyle ceza indirimleriyle ödüllendirilmesine karşı ancak el birliğiyle sesimizi duyurabiliriz. Toplumun her eğilimini alkışlamaktan vazgeçip bu saldırgan, hastalıklı davranış modellerini ve bu cehaleti ortadan kaldıracak yolları araştırmalıyız. Toplum mühendisliği işte bu noktada hayati gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü bu kadar verinin ardından, bu çağrım, ‘toplumu kendisiyle yüzleştirmek’ olarak algılanacak ve hatta bir çocuk için dahi olsa bu kanayan yaranın sökülüp atılması için proaktif bir dayanışmayla çocuk yasaları konusunda iyileştirmelere ön ayak olacaktır.
Söz konusu çocuk olunca akan sular durmalı, diye düşünüyorum. Çocuğun şiddete maruz kalması, hele ki cinsel yönden bu ölçüde istismarı geleceğimizi tehdit etmektedir… Çünkü biliyoruz ki, tarihin tüm acılarının mimarları, Hitler ve Mussolini gibi, çocukluk travmalarının ürünüdür. Bizler de cinsel şiddete uğramış çocuklarımızı aileleri ile birlikte toplumun dışına itmekle uğraşırsak, oluşacak nesli hayal bile edemiyorum. Yapılması gereken, yasaların suç caydırıcı etkinliğinin elbirliğiyle genişletilmesi için sesimizi duyurmak, bu suçun mağduru çocuklarımızı sosyal ve psikolojik rehabilitasyon konusunda azami gayretle eğitecek politikalar üretmektir. Cinselliğin tabu olmaktan çıkarılarak, eğitimin her aşamasında, yaşamın gerekliliği olarak sunulması ve çocuklarımızı bu konuda okul sıralarında bilinçlendirmek, bunun bir suç silahı haline gelmesini engelleyecektir.
Eğitimin ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğu, kanayan her yaramızda olduğu gibi bu konuda da büyük bir önem arz etmektedir. Yoksa dünyanın her yerinde bu vakalar yaşanıyor diye içimiz rahat olarak hayatımıza devam mı edeceğiz?