Annem, bir sabah uyandırıp kalk oğlum babana gideceğiz dediği gün ben beş yaşındaydım. Soğuk bir kış gününün sabahıydı. Her bir mezar taşının yanında ağlayan kadınların belli belirsiz ağıtları çıkmıyordu kulaklarımdan. Annem bir mezar taşına dokundu benimde o mezar taşına dokunmamı istedi, ben de dokundum. Yağan karın soğukluğundan olsa gerek, ellerim buz kesti. Annem mezarın hemen yanı başına oturup, kuran okudu. Sonra, ”Oğlum babam burada yatıyor. Rüyalarıma giriyor oğlumu bana getir” O yüzden aylar sonra seni buraya getirdim dedi. Annem daha sonraları bana anlattı, ben o anda “Kalk baba, burası soğuk üşüyeceksin” demişim…
Ve öylece evin yolunu tuttuk. Sokağa çıktığımda, çocukların bakışları daha bir farklılaşıyor ve her geçen gün benden biraz daha uzaklaşıyorlardı. Onların babaları her akşam evlerine gelirken ellerinde çocukları için almış oldukları oyuncakları, çikolataları, meyveleri her daim kapı önünde onları bekleyen çocuklarına verirlerdi. Ben ise, babam ne zaman gelecek diye, sorardım arkadaşlarımın babalarına. Onlar ise, oğlum senin baban artık gelmez çok uzaklara gitti derlerdi. Bu uzaklar neresi diye sorduğumda cennet, cennet der arkalarını dönüp hızlı adımlarla uzaklaşırlardı…
Akşam olunca eve gider, annemin yatak odasına astığı babamın resmine uzun, uzun bakar ağlardım. Yine bir akşam babamın resmine bakarken, annem yatak odasının kapısını araladı. Yüzümdeki umutsuzluğa çare olur diye, “Anne babam ne zaman gelecek, komşu amcalar baban cennette diyorlar, cennet nerede? Babam ne zaman kalkıp gelecek”… Annem oğlum cennete gidenler bir daha gelmez… Ben her seferinde babamı sorduğumda anneme, hüzün çökerdi gözlerine, yanımda ağlamamak için atardı kendini odasına, çıkmazdı saatlerce. Sonra gelir alırdı beni, kucağına oturtup bakardı uzun, uzun bana…
Ben yine bir akşam her zamanki gibi, evin balkonunda gelen geçenleri izlerken, Ahmet’in babasını gördüm sokağın başından hızlı adımlarla geliyordu. Gözlerim istemsiz bir şekilde, İrfan amcanın elindeki pakete takıldı. Balkonun altından geçmeye hazırlanan İrfan amcaya “İrfan amca elindeki pakette ne var” diye sordum. İrfan amca “Sen şehit polis Mustafa’nın oğlu değil misin” dedi. Ben o ana kadar hiç duymadığım bir sözcük duymuştum. Şehit Polis... Kala kalmış, ne söyleyeceğimi bilemeden, İrfan amca bana baka, baka yürüyüp uzaklaşmıştı balkonun altından…
Balkonda ne kadar oturduğumu ve İrfan amcanın söylediğinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışa durayım, annemin gelişiyle kendime geldim. Annemin yüzümdeki şaşkınlığı fark etmesi uzun sürmedi. İrfan amcanın bana söylediği “Sen şehit polis Mustafa’nın oğlu değimlisin” sorusunu anneme yönettim. Annemin her zamanki gibi, gözlerinden akan yaşlar yanaklarını ıslata dursun, şehit kelimesinin anlamını bana nasıl izah edeceğinin sıkıntısı ile balkonun demirlerine tutunarak, gökyüzüne doğru dakikalarca baktı…
Şehitlerin ne olduğunu beş yaşındaki bir çocuğa nasıl anlatabilirdi ki annem. Hangi sözleri bulup buluşturup bir yerlerden bana verseydi ki, baba özlemi ile psikolojisi bozulan beni avutabilseydi annem. Ne deseydi ki, ilk mezarına gittiğimde, kalk baba diyen çocuk teselli olsaydı. Babasının kahramanca görev yaptığı şehirde, hain pusulara düşüp şehit olduğunu hangi hikayeler ile, anlatabilirdi ki annem. Annesine babam niye gelmiyor dediğinde, o cennette, gelemezlerin artık bir anlatımı olmalıydı bu küçük ellerin sahibine. Ve içimde beş yaşında açılan bu yararı kim gelip de, sarabilirdi…
O akşamdan sonra, her rüyama geldiğinde babam, ben kalk baba diye uyanıyorum artık. Beş yaşındaki bir çocuk babasızlığa nasıl alışabilir ki, beş yaşındaki bir çocuk çaresizliğin koynunda nasıl yaşayabilir ki, beş yaşındaki bir çocuk sevgisiz ve şefkatsiz nasıl büyüyebilir ki… Annem o akşamdan sonra, hep şehit olan ağabeyleri anlattı bana. Vatani görevini yaparken, şehit edilen askerlerin, polislerin, öğretmenlerin, hemşirelerin hayat hikayelerini anlattı bana. Her babamın mezarına gittiğimde, kalk baba diye isyan ettim. İsyanım her geçen gün yerini mutsuzluğa bıraktı. İsyanım her geçen gün yerini acılara bıraktı. İsyanım her geçen gün yerini çaresizliğe bıraktı…
Ben ilk şiirimi babama yazdım…
Cennette dedikleri babama şiirimi yazdım...
Anneme verdim bir zarfın içinde…
İlk mezara gittiğimde kuran-ı kerim okuduktan sonra okuyacağım dedi bana…
Her akşam olunca ben çıkardım balkona
Herkesin babası gelirdi salına, salına
Bir tek benim babam gelmezdi sokağın başına
Cennet nerede baba söyle, bende geleyim sana.
Sonra öğrendim sırtından vurmuşlar seni düşmüşsün toprağa
Hainler pusuya düşürmüşler, almışlar senide toprağa
Babasız bıraktıkları Mehmetler kalmışlar böyle ana kucağında
Cennet nerede baba söyle, bende geleyim sana.
Daha geçen gün parkta ben yine ağladım sana
Elimden bir teyze tuttu getirdi yine evimin sokağına
Neden buradan bir otobüs kalmaz ki, geleyim bende sana
Cennet nerede baba söyle, bende geleyim sana.
Şimdi ortaokula başladım, beni oralardan görüyor musun baba
Annem söyledi ağabeyler sokağın başına senin adını yazacaklar
Şehit polis Mustafa SÖNMEZ sokağı diyeceklermiş artık baba
Cennet nerede baba söyle, bende geleyim sana.