Nasıl Unuturum Seni Koca Akif
Bu alemden nice parlak sözlü şairler , filozoflar gelip geçmiştir. Ama özü ile sözü bir olan , söylemiyle eylemi birbirini tutan çok az sayıda insana rastlarsınız .Fazilet timsali , eğilmeyen , ödün vermeyen , bu millet için çalışıp eserleriyle kimliğimizi pekiştiren büyük insanları daima rahmetle anmak ve gençlerimize anlatmak boynumuzun borcu olmalıdır.
Baharın müjdecisi olan soğuk Mart aylarında hep o güzel şairi hatırlarım. O mütevazi ( alçak gönüllü ) idi ama baskılar karşısında “ zillet “ çukuruna düşmez , bir yanardağ gibi “ Zalimin hasmıyım ama severim mazlumu – İrtica’ın şu sizin lehçede manası bu mu ? “ diyerek kükrerdi.
Osmanlı Devletini çökerten Birinci Dünya Harbinin o kanlı günlerinde (1915) yılında , Teşkilat-ı Mahsusa ( haber alma örgütü ) Reisi Eşref (Kuşçubaşı ) Bey’le birlikte Hicaz bölgesinde , kızgın Arabistan çöllerinde görevlidir. Hicaz demiryolunun El Muazzam isimli bir çöl istasyonunda konaklarlar. İstasyonun adı “muazzam”dır ama bir küçük bekleme salonu ve bir memur barınağından başka bir şey yoktur.Bu barınakta da istasyon memurunun ailesi yaşamaktadır. Sefalet içinde bir ev ve içinde doğum yapmayı bekleyen çaresiz bir kadın ..Kadının kocası iki büklüm olarak bir ricada bulunur : “ Sizde eski çamaşırlar varsa bari verin de doğacak çocuğu saralım.” Mehmed Akif Bey’ in yüzünü derin bir hüzün sarar. Doğacak çocuğun hayatının söz konusu olduğunu ,hemen trene binerek Şam’a giderek gerekli şeyleri alıp gelmeyi teklif eder. Eşref Bey itiraz eder : “ Aman AKİF ! Şam’a , oradan tekrar buraya en aşağı beş gün , beş gece bir yolculuk yapman lazım. Halbuki aylardan beri çölde yolculuk yapıyoruz.Bu kadar yorgunluktan sonra , henüz bir gece bile dinlenmeden , bu uzun yolculuğu nasıl yaparsın ? “ Ortada bir felaket olduğunu, yorgunluğun önemli olmadığını ifade eden Mehmed Akif Bey şöyle der : “ Ah , yoksulluk ne müşkül bir şeydir sen bilir misin ? Benim ciğerim parçalandı “
Zorbalara boyun eğmeyen Akif , sefalet içinde bir kadına yardım için 60 derece kızgınlıktaki ıssız çöllerde aylarca dolaştıktan sonra bir gece bile dinlenmeden beş gün beş gece eşya vagonlarında kıvrılarak Şam’a gidip gelir ve zavallı kadının ihtiyaç duyduğu eşyaları alıp getirir..
Mehmed Akif Bey’in görev icabı bulunduğu bu istasyona bir gün müjdeli bir telgraf ulaşır . Enver Paşa’dan , Kuşçubaşı Eşref Bey’e gelen telgrafta şunlar yazılıdır : “ Çanakkale’de ordumuz muzaffer oldu. Düşman kuvvetleri perişan bir şekilde geri çekiliyorlar.”
Duygularını daima içinde saklamaya alışkın olan şair, bu defa kendini zaptedemeyerek ellerini semaya doğru kaldırıp göz yaşlarıyla duaya başlar “ ALLAH’ ım ! Bana , bu aciz kuluna , bu destanı yazma imkanını bahşet ! Bu ulu vazifeyi bana nasip et ! Sonra canımı al Ya Rabbi ! “
Bu heyecan ve sevinçle sarsılan Akif sessizce istasyonun arka tarafındaki hurmalığın içine çekilir.Vakit gece olmuştur ve ay bir tepsi gibi hurma dallarının arasından parıldamaktadır. Saatler birbirini izler ve hıçkırıklar , sabah olurken şairin elindeki kağıtta şu mısralarla son bulur : “ Ey şehid oğlu şehid ! İsteme benden makber – Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber .”
Devlet parçalanmış , millet işgal altındadır.İSTİKLAL için çarpışan Türk milletinin kahraman Meclisinde Mehmed Akif Bey , Burdur mebusudur. İstiklal marşı yarışması açılır fakat para ödülü konduğu için katılmaz.. Parayı isterse almayabileceği konusunda sıra arkadaşı Karesi (Balıkesir) mebusu Hasan Basri ( Çantay ) Bey tarafından ikna edilir. Ahmet Haşim , Yahya Kemal gibi birçok ünlü şairin katıldığı yarışmada 700’ü aşkın şiirin içinde Mehmed Akif Bey’in şiiri Millet Meclisinde göz yaşları içinde tekrar tekrar okunarak büyük bir çoğunlukla “ İstiklal Marşı “ olarak kabul edilir. Büyük Meclis coşkuyla sarsılırken gözler Akif!i arar ama arka sıralarda oturan şairin tezahürattan sıkılıp sessizce çıkıp gittiğini anlarlar.
Haber derhal Çankaya’ya ulaşır. Akşam sofrasında bir milletvekili “ Paşam , der. Yüzlerce şiirin içinde o yobazın şiiri birinci seçildi. “ Mustafa Kemal Paşa’nın cevabı şöyle olur : “ Çocuklar ! Unutmayın ki o yobaz , bu vatanı hepimizden çok seviyor.”
İstiklal Marşını yazdığı Taceddin Efendi dergahında misafir bulunan Konya Mebusu Hafız Bekir Efendi nakleder : “ Akif bir gece aniden uyanır , kağıt arar , bulamayınca kurşun kalemiyle yer yatağını sağındaki duvara marşın “ Ben ezelden beridir hür yaşadım , hür yaşarım.” mısrasıyla başlayan kıtasını yazar. Sabahleyin namaza kalktığında , üstadı çakısıyla duvardaki yazıyı kazırken gördüm. “
O’nun sırtında paltosu yoktur.Yakın bir arkadaşının muşambasıyla idare etmektedir. Meclis’in bahçesinde mebuslar için asker karavanası kaynatıldığı bir dönemdir.. Üç çiftlik almaya yetecek bir para olan 500 lira ödülü bir hayır derneğine bağışlamıştır. Hiç olmazsa bu paranın birazı ile sırtına bir palto almasını söyleyen çok samimi arkadaşı Şefik ( Kolaylı ) Bey ile dargın kalarak tam iki ay konuşmamıştır.
Dostu Mithat Cemal Bey anlatıyor : “ Hiç unutmam , bir akşam bizi Ankara’da evine çay içmeye çağırmıştı.Biz gitmek üzereyken o koşa koşa bize geldi , dedi ki “ Bu akşam çayı sizde içeceğiz.” Ben tabii memnun oldum fakat bunun sebebini de anlamak istedim. Sorunca gülerek dedi ki “ Bizim odanın kilimini bir fakire vermişler. “ O oda ki mefruşatı zaten tek kilimden ibaretti ve o tek kilimi bir fakire veren de kendisi idi. “
Lozan Konferansı şartlarını kabul etmeyen birinci Meclis dağıtıldıktan sonra tayin edilen yeni mebuslarla başlayan ikinci dönemde hava değişmiş ve 1925 yılına gelinmişti.
“Canımı,cananımı,bütün herşeyimi alsın da Hüda , beni tek vatanımdan ayrı bırakmasın “ diye dua eden Mehmed Akif Bey memleketin manzarasına bakarak aynı yılın Haziran ayında vatanından ayrılma kararı almıştı. Baş yazarlığını yaptığı dergi kapatılmış , sahibi yakın arkadaşı Eşref Edib Bey İstiklal Mahkemesince tutuklanmıştı.Muhalefet Partisi kapatılmış muhalif sayılan ünlü kişiler bire bahaneyle tutuklanmışlardı. Mehmed Akif için de hayırlı şeyler düşünülmüyordu.
Vedalaşmak için gittiği arkadaşı Şefik Bey , ailesinin sıkıntı çekeceğini ne kadar anlatsa da Akif Bey ikna olmayıp şöyle dedi : “ Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum.”
Cumhuriyetin genç nesillerine hep öyle öğretilmişti :”Mehmed Akif şapka giymemek için Mısır’a kaçmıştır.” Mehmed Akif Bey’in 11 yıl sürecek “hicret “ döneminde hep aynı çirkin söylenti yayılmış ve bu iftira 1950 yılına kadar devam ettirilmiştir. Mehmed Akif Ersoy Mısır’daki sıkıntılı gurbet yıllarında bir çok defa Türkiye’ye gelip gitmiştir. 1936 Yılındaki son gelişinde gemi rıhtıma yanaşırken ‘ ne olur ne olmaz ‘ diyerek yanındaki ailesi hiç kullanılmamış yeni bir şapkayı koca şairin başına iliştirmişlerdi.
Sevgili arkadaşı Mithat Cemal diyor ki : “ Gün oldu ki onu sevmek ‘cesaret’ti ve dostları bile bazen onu gizli sevdiler.”
Nasıl unuturum seni ? Ağır hastayken bile “ Allah , bu millete bir daha İSTİKLAL MARŞI yazdırtmasın “ diyordun. Vatanından ayrılmamak için her şeyi göze almıştın ama sevdiklerini ardında bırakarak , ailenin sefaleti pahasına ağır bir imtihan geçirdin. Eğilmedin , zalimlere el açmadın ,davandan taviz vermedin , Allah’ın kutlu yolunda zikzak yapmadın.
“ Rahmetle anılmak , ebediyyet budur amma “
“ Sessiz yaşadım , kim beni ner’den bilecektir “ dedin.
Evet , sen sessiz yaşadın ama yüce ruhundan fışkıran kıvılcımlar şimşek parıltısı gibi gözleri kamaştırdı
(
Nasıl Unuturum Seni Koca Akif başlıklı yazı
A.Müfit KUTLU tarafından
23.11.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.