Bir gece vakti... Kuşların yuvalarına çekilip, güneşin gökyüzünü terk ettiği, kamerin arsızca parıldadığı, yıldızlara hayıflandığı bir gece... Siyahın üzerine aynı tonda lakin hiç uymayan arsız bir ışık, arsızlığından yakınan onlarca yarasa! Gözleri kamaşsa da nur-u ilahiyle, isyan etselerde İhsan'a, ihtisap etseler de Yaratan'a ; yapabildikleri bed sesiyle fesat karıştırmak pisliğin üzerine konan hayasız baûda gibi.
 
Ney fısıltıları inlerken yüreğimin köşelerinde, göz bebekleri ileller arasında kaybolmuş, sonuca bağlamak için hülyalara gark olmuştu. Aradığım Şems'ti, Yunus'tu, "Ene'l Hak" diyen Hallac'tı, aradığım ortalıktan sıyrıldığım günün ertesinde "Etme!" diyecek bir Mevlana Celaleddin gönüllü "Dost"tu.
 
Gönlüm neyin delikleri kadar boş, neyzenin parmakları kadar sarhoş. Kim "hû" diyecek diye beklerken, hilkat garibesi bir halde karşıdaki kandilin üzerinden çıkan isin yaptığı raksla çizdiği yolun hilletine bakakalmıştım. En az benim kadar hilki idi, kandilin ucundan süzülen duman. Ateşin dostuydu. Ateşin piriydi. Ateş'in bahz hali; ateşin sıkıntısıydı. Her yandığında ne kadar kopup gitse de ateşin en samimi, en harikulade dostuydu.
 
Suskunduk. Hamuştuk, bişrev diyenlerin hatrına. Kendimizi hicr etmiştik, düşmanlıktan, ahlaksızlıktan.
 

Yüreğimizde duran çocukluğun etkisindeydik. Ruhumuz bıyıkları yeni terlemiş, bir yeni yetmenin bedensel olarak kâhil haliydik. Suskunduk, lakin kâfur kadar berraktık. Dost için ne gerekiyorsa yapandık, velev ki biliyorduk, dost için parçalanmayanın tamama ermediğini.

Karşımızda "hû" nidasını üfleyen neyzen en iyi bilirdi, neyde "başpare" olmanın ne olduğunu. Keza kelam-ı kibâra en yakın olan bölümdü. Dostun sözü, dostun canı ve dostun nefesinin bulunduğu yerdi. Ve yine neyzen en iyi bilendi ney'in son boğumu olmanın acısını. Kelâlet olmak demekti, başpare ile arasının ırak olması. Laf taşımak demekti, başpare'den sonra yayılan tınılara name katmak. Ve yine lafa bir şeyler katmak demekti, iki dostu arasını açmak...

Her bir boğum, her bir dedikodu gibidir neyde. İkilemi bir arasında barındırır, lakin dostluk en baş kısmındadır. Söz neyzen'in ağzından çıkarken başpare duygulanır, paramparça oluverir. Öylesine yanık bir sesle feryat eder ki aralarına kin sokmak isteyen boğumlar alır sözü. Bir kaç laf daha katar hemen berisindeki delikler. Daha da vahim bir hal alır başta aşk kokan, vuslata gark olan sözler ki dinleyeni paramparça eder. Neyzen dahi dayanamaz dostuna söylediği sözlerin bunca lafa dönüşmesini ve ufak bir damla ile bırakır neyi... İşte o zaman ayrılmıştır: Şems ile Mevlana, Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı...
 
İşte o vakit bir dost göçer gider yeryüzünden ve konar semanın en üst dalına parlak bir taş misali... Dert ister Ebu Bekir misali.. Biran evvel kavuşayım vuslat gününe diye eli kulağına bekler.
 
Gecenin gündüze, gecenin imsağa kavuştuğu o ince çizgide gözkapaklarımız açılmış, hülyalar aralanmış, dostluğa gark olan deniz kaybolmuştu. Karşımda cılız bir kandil, tavanda asılı kalmış is zerrecikleri... Neyzen elindeki neyi köşeye koymuş, gözlerinden akan bir damla yaş ile de muabbeti mühürlemişti.
 

Dostların Bir'liğine, Hallac'ın "Ene'l Hakk"ına, Ölmeyen dostların tekmilliğine hû....

( Dost Nedir Ki... başlıklı yazı Galip Argun tarafından 24.11.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu