Bir sabah güneşiyle düşünürüm seni hep.
Adını söyleyince aydınlanır ufuklar.
İstanbul Paris Bağdat sonra New York ve Halep...
Ülkeler ve şehirler caddeler ve sokaklar,
İçimde bir uygarlık seninle dolup taşar.

Duvarlardan akarsın eski İstanbulumda,
Minareler kubbeler kemerler ve sütunlar.
Seninle nefes alır renkler sesler nakışlar,
Cami avlularında kimsesiz kalan kuşlar,
Senin merhametini taşır kanatlarında.

Pariste söndürülen neon ışıklarından,
Apaydınlık bir dünya verilir ölülere.
Yorgun ayaklarımla çıkınca bir sefere,
Sakın gıtme dur derler kimbilir kaç bin kere.
Oysa ben seni güller yıkayan bir yağmurdan,
Ve hiç söylenmemiş bir şarkıdan hatırlarım.

Bağdatta dinlediğim her şiir senle başlar,
Gönlümü kelepçeler aşkın yıldırımları.
Hudutsuz bir özlemle yontulunca yokuşlar,
Yüzümde çizgi çizgi heyula kıvrımları,
Bir kader şarkısını bestelemeye başlar.


New Yorkta binbir katlı ayyuka binalardan,
Tabloları eskiten tiz bir çığlık duyulur.
Kollarım kırılmıştır çılgın kahkahalardan.
Ben seni bilinmeyen bir dilden hatırlarım,
Daha kullanılmamış yıpranmamış bir dilden.
Öyle bir dil ki yalnız gözlerle konuşulur,
Öyle bir dil ki yalnız senle ben arasında.
Nasıl anlasın bizi körler taşlar korkaklar.

Halepte yerli yersiz şaha kalkan kısraklar,
Körler taşlar korkaklar tarafından vurulur.
Bizans entrikasıyla aşk dramı bu mudur?
Oysa ben son perdeyi aşkla kapatacaktım,
Söyle sen olmasaydın kime vurulacaktım.


Ah ben seni göğsümün sol yanında saklarım,
Kimseye belli etmem kurşun gibi saklarım.
Yakut saplı hançerler bilenir benliğimde,
Tabancaların paslı öfkesinden sıyrılıp,
Sana kırmızı güller saklarım yüreğimde.
Aşkın kaydedilmemiş bu hüzün mevsiminde,
Hakiki bir sevda gülü bekler senden duvarlar.
Sayfaların sınanmış yalan beyazlığından,
Yüreğime zehir vuran akreplere gün doğar.
Aynalarda gizlenen esrarlı uykulardan,
Ve her gece rüyamı gördüğüm aynalardan,
Kaçıp sana gelmenin bambaşka bir tadı var.


(Sığınacak yerim yok beni gözlerine al.)
Asırlardır çaresiz peşinden koşuyorum.
Sürgünümü başlatan milatlar takviminden,
Çıkıp gelirsin diye seni bekliyorum yar.
Bilmem kaç eylül geçti kaç sonbahar,
Sensiz bir ömür sürdüm usanmadım çilemden.
Ama hor gördü beni mahkumlar ve cellatlar.
Yokluğunun mührünü vurdular kollarıma,
Yandım ağladım ama usanmadım çilemden.


Şimdi ben sana böyle yalınayak gelmişsem,
Kara asfalt üzerinde bırakıp varlığımı.
Bir sana ağlamışsam bir seni söylemişsem,
(Sığınağım yok başka beni gözlerin al.)


Sevdan karıştı bir kez en berrak sularıma,
Bu kirli ellerimle tutamam ellerini.
Adını sıkıştırsam ateş dudaklarıma,
Damla damla eririm seni incitirim diye.
Günahkar avuçlarım bir kanamaya layık,
Bilirim ey yar sana layık değilim ama,
(Ama çarem yok artık beni gözlerine al.)
(Ben geldim diye gitme dur ne olur biraz kal.)
( Vuslat Dakikası başlıklı yazı Mümin Munis tarafından 13.07.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu