Ezanın o tatlı nağmesi gecenin henüz uyku mahmuru sessizliğinde yüreklere işliyordu. Kurtuluş, namaza yürüyüş için sabah uykusundan vazgeçme imzasıyla vize alıyordu. Kuşların o narin cıvıltıları kulaklarda zikrin en tatlı nağmeleri gibi çınlıyordu. Divana durmanın engin huzuru kalbimde bir meltem gibi esiyordu.
Sağ ve solumdaki meleklerin aydınlık sunan tebessümlerini hissettiğim dinginleşmiş gönlümün masumluğuyla ellerimi Rabbimin yüzüne doğru uzattım. En içten samimiyetimle yalvardım. “Rabbim sen affeden ve bağışlayansın. Rahmeti azabına galip gelensin. Lutfetmezsen cennetine yol bulacak yok. Galip gelen merhametinle yargıla sevgili babamı!”
Ellerim düşmüş, gözlerimden yaşlar boşanmıştı. Babamın siluetinin yansıdığı duvara baktım.
-Baba, babacığım sen yaşıyorsun!
-Ölüm, beden tohumunun daha gürbüz, dayanaklı ve sürekli olarak ayakta durabileceği ahiret bahçesinde boy vermesi için toprağa ekilmesinden başka bir şey değildir. Ölümüme değil, dünya tarlasına attığım tohumların zayıflığı sonucu dinçliğimi kaybedişime üzül. Bundan dolayı da ibadet, infak ve hayırla ahirette boy verecek tohumumu gıdalandır ki sağlığını kaybetmesin.
-Senden ayrı oluşuma dayanamıyorum, firakın hüznü bir keder anaforunda beni boğmakta.
Ellerimi hasret duyduğum babamın yüzüne doğru uzattım. Yavaşça görüntüsü çekiliyordu. Biraz sonra duvarın o soğuk benzinden başka bir şey kalmadı.
Aydınlık kayboldu.
Bugün babalar günü, acının bağrıma hançer gibi saplandığı ve sızısının damarlarımın en ücra köşelerine gün.
Güneş sanki acıma ortak olmak istercesine hararetli bir güne başlamanın seherinde başını bulutların ardından çıkarmak istemiyordu.
-Hey oğlum işine baksana! Daldın yine. Âşık mısın yoksa Karadeniz'de gemilerin mi battı?
-Yok be baba ne aşkı, ne gemisi ne hüznü… Üniversite sonucunu düşünüyorum. Ne olacak, ne yapacağım diye endişeliyim.
Benim hüznüme ortak olan babam karşıdan gelen arabayı fark etmemişti. Çarpılmasına ramak kala bir çita çevikliğiyle fırlayarak kendisini arabanın tamponlarından kurtardım. Yüzünün rengi solmuştu. “Az kalsın dünya misafirliğimiz sona eriyordu.
Latife yapacak günümdeydim. Bu sözün üzerine:
-Yok be baba beni evermeden bu dünyadan kaçacağını mı sandın? Bırakmam seni!
Tebessümü hala gözlerimde.
Seherin sessizliği ve serinliğinde kapıyı çekip dışarı çıktım. Hafif bir rüzgârın tatlı okşayışının eşliğinde yürümeye başlamıştım.
Ama birden kendimi Fırat nehri kenarında nefes nefes kalmasına rağmen, koşmasını sürdüren babamın kucağında buldum. Annem arkada yetişmeye çalışıyordu. Lakin yetişmesi ne mümkün…
Fırat’ın karşısında heybetli bir şekilde Birecik Kalesi duruyordu. Kale şaşkın gözlerle, kucağında bebekle koşan adama bakıyordu.
“Ölme oğlum ölme e mi? Az kaldı seni doktora yetiştireceğim.”
Nefesim kesilmişti. Sanki o anı babamın yerine ben yaşıyormuşum gibi ayaklarım farkında olmadan hızlanmıştı.
Mersin mezarlığı yeşilliğin boy verdiği bir bahçe gibiydi. Kim bilir kaç defa tükenen bedenleri ebedi istirahat hanelerine yerleştirmek için gelmişimdir. Ama bana en garip geleni babamın ölmeden satın aldığı mezarını kendisiyle ziyaret ederek yaşayan bedenindeki ruhuna Fatiha okuduğum günkü ziyaretimdir.
-Bak oğlum nasıl manzarası iyi mi?
-Ya baba insan içinde olunca dışın ne önemi var?
-Öyle deme. Mezarın manzarasının güzelliği görülürlülüğüyle alakalıdır. Her geçen bir Fatiha ile ruhumuzu şenlendirir.
Mezarlığın girişi dinler arası diyalogun sessizice sergilendiği bir açık alan müzesini andırıyordu. Yolun sol kenarında Yahudi, Hrıstiyan, Ermenilerin mezarları haç işaretiyle gelenleri kutsamaya hazır bir şekilde sıralanmıştı.
Sağ tarafta ise ruhun ölümsüzlüğüne, sonsuz yaşamın enerjisine olan sadakatin göstergesi olarak taşlardan gönüllere yansıyan “Ruhuna Fatiha” lar birer kelebek gibi gözlerde uçuşuyordu.
Lahuti atmosferin rüzgarı ruhun üzerinde bir yük gibi duran nefis elbisesini silkeleyerek ölümsüzlük vadisine fırlatıyordu. Ruh dinginleşiyordu, nefsin ağırlığından ve dünyevileşme hırsından kurtulunca.
Huzurun damarlarda sakince estiği bir ruh mevsimini yaşayan bedenimle yürürken “Ruhuna Fatiha” kelebeğinin kanatlarının hemen altında babamın ismini görünce büyü dalgalarla alabora olan gemiler gibi ruhumun bedenimde sarsıldığını hissettim.
Ebedi uykularına dalan insanların üstüne çektikleri topraktan yorganına sarılarak “Babam!” dedim.
-Merhaba baba ben geldim. Babalar gününde bir kelebeğin kanadına yüklediğim Fatiha’yı hediyem olarak kabul et. Seni seviyorum babacığım…
( Merhaba Baba başlıklı yazı SeyitAhmetUzun tarafından 17.07.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu