Şimdi yazacaklarım kesin bir bilgiye dayanmıyor. Yazdıklarım, yaşadığımız hayat kesiti içinde olanları kendi bakış açımla ya da kendi baktığım yerden nasıl gördüğümle ilgili değerlendirmeler olarak görülmeli. Belki öngörülerim doğrulanır. Belki de yanlış çıkar. Kesin bir iddiam yok.

Bunlardan birisi Susurluk olayı idi. Ben şöyle değerlendirmiştim. Abdullah Çatlı devlet adına iş yaparken bir şekilde devletle ters düşmüştü ve tasfiye edilmişti. Benim kafamı kurcalayan hangi konuda ters düştüğü idi. Bana göre bizim derin devlet ABD kontrollü bir oluşumdu. Komünizme karşı kurgulanmış ve ABD tarafından yönetiliyordu. Daha çok antikomünist unsurlardan oluşuyordu. Siyasî cinayetler ve komplolarda milliyetçi unsurlar kullanılıyordu. Ne zaman Sovyetler Birliği yıkıldı. ABD politikaları değişti. Tehlike İslam olarak gösterilmeye başlandı.

Derin devletin unsurları hedefsiz kaldılar. ABD onlara yeni hedefler göstermişti. Bu hedefler İslamî kimliği ile bilinen hedeflerdi. Ancak tetikçiler ve derin devlet unsurları bu hedeflere vurmayı kabul etmediler. Kendilerinin yetişme tarzları dînî değerlere ve kimliklere savaş açılmasını kabullenmiyordu. Boşlukta kaldılar. Ayrıca bu tavra karşı olduklarını gösterdiler. Hem emri yerine getirmiyor hem de karşı çıkıyorlardı. Bunun üzerine 28 Şubatçı bir ekip oluşturuldu. ABD eski unsurların tasfiye görevini onlara verdi. Dışarıda da sivil kuruluşlar harekete geçirilerek bu kadro dolaylı olarak linç edildi. Uyum sağlayamayanlardan bir kısmı öldürüldü, bir kısmı hapsedildi, bir kısmı da kendi kendilerini tasfiye ettiler. Artık bu onların derin devleti değildi.

ABD derin devletten vazgeçmedi. Kalan unsurlara, ulusalcı sol adıyla yenilerini ekleyerek devam etmek istedi. Zaten elinin altında sürekli kontrol ettiği sol oluşumlar vardı. Ancak bunların bir kısmı ya çok yaşlı, ya da yeni elemanlar temin edemeyecek durumda olanlardı. Bir kısmı da eylemler yerine zevki tercih etmiş yöneticileri ile taşeronluk yapan küçük terör grupları idi. Elindeki en sağlam koz ise PKK idi. 28 Şubatçı ekibin acemilikleri, tasfiye olmalarına neden olmuştu. İşler istediği gibi gitmiyordu. Bulunan tetikçiler çok acemi ve amatörce işler yapıyorlar. Olaylar beklenen sonuçları doğurmuyordu. Solun kendisi ABD’ye karşıydı. ABD yanlısı sol oluşturmak zordu. Ancak Kemalist, laikçi unsular arasından bir yapılanma olabilirdi. Bir de çıkarlarını her şeyin önüne koyan ve her zaman bulunabilen kimseler vardı.

Türkiye’de Demirel’den daha iyi derin devleti anlamış ve faydalanmış kimse yoktur. Demirel ve Cindoruk’un tavırları ikinci sorundu. Demirel Cumhurbaşkanı olunca değişti. Yıllarca sola karşı olmasına rağmen tüm kadrolara sol kesimden atamalar yaptı. Demokrasi savaşçısı bilinmesine rağmen 28 Şubatçıları destekledi. O dönemde yapılan tüm antidemokratik girişimlerin başında ve içinde oldu. Yakın arkadaşları da öyle. Cindoruk gibi. Hâlâ her ikisinin tavırları kırk yıllık tavırları ile çelişiyor. Hâlâ kendilerini yeni konsepte göre konumlandırmaya devam ediyorlar.

Bu tavırlarını her zamanki duruma uyum sağlama yetenekleriyle mi açıklamalıyız? Geçmiş dönemlerde şapkasını alıp giden Demirel’in tavrıyla bu tavır aynı mı?

İşte ben kendime göre bu sorulara bir cevap veriyorum. O zaman bütün olaylar yerine oturuyor. Demirel her zaman aynı merkeze hizmet etmiştir. Hizmetinde bir kusur ve farklılık yoktur. O merkez onu siyasete tepeden ışınladığı gibi, daha sonraki dönemlerde de kendi istediği gibi hareket etmesini sağlamıştır. O zaman Demirel aldanmamıştır. Aldanan bizleriz. Kendisinden beklenti içinde olanlardır. O kendisine iktidarı bırak denildiğinde sessizce denileni yapmış, tekrar dön denildiğinde meydanların demokrasi havarisi olmayı başarmıştır. En çok kafalarını karıştıran ise son dönemi olmuştur. Yıllarca din iman havarisi olmuş birisi dini ve dinin kutsallarını önemsemez bir tavır içine girmiştir. Bence bunun sebebi açıktır. O yeni durumu görmüştür. Ya da ona öyle gösterilmiştir. Bu yeni durumda hedefte İslam vardır.

Devlette İslam karşıtı bir kadrolaşma istenmektedir. Ona düşen görev de böyle bir kadrolaşmayı oluşturmaktan ibarettir. O derin yapılanmanın nasıl bir şey olduğunu gayet iyi bilmektedir. Yeni duruma aykırı davranarak elde edebileceği bir şey yoktur. Kendi geçmişiyle ters düşmek karşılığında olsa bile bu duruma ayak uydurmalıdır. Yeni efendilerle birlikte hareket etmelidir. Seçimler, alınan sonuçlar hiç önemli değildir. O asıl iktidarın kimde olduğunu iyi bilmektedir. Tavrını da buna göre şekillendirmiştir.
Ergenekon soruşturmasının ucu nerelere kadar uzanacak bilemiyoruz. Sonuç başarılı olacak mı bunu da bilemiyoruz. ABD kendi derin devletinin tasfiyesine izin verir mi? Yoksa yeni bir durum mu söz konusu? Türkiye kısa süre önce yenilenen görevlerinden başka görevler mi üslenecek? Yeni bir derin devletimiz mi olacak?

Şimdi karşı karşıya olduğumuz durum AKP’nin mi, yoksa derin devletin mi tasfiyesi ile sonuçlanacak? Şimdiden bu sorulara cevap vermek zor görünüyor.

Sorularımın üçüncüsü de bu derin devletin bizim olup olmadığı idi. Bunu peşinen olumsuz cevapladığımıza göre belki soru şöyle değişmeli: Bizim gerçek bir derin devletimiz olabilir mi?

ABD demokrasi olmayan müttefiklerini başlarına getirdiği diktatörleri ile demokrasi ile yönetilen müttefiklerini ise derin örgütlenmeleri ve servisleri vasıtasıyla kontrol etmeye çalışmaktadır. Kontrolden çıkanı tasfiye edebilmek için elinin altında kullanabileceği bir aracı sürekli hazır bulundurmaktadır. Diktatörlüklerde kontrol çok kolay olmaktadır. Başka biri darbe yapıp öncekinin yerini almakta ve sorun giderilmektedir. Kısmen demokrasinin hâkim olduğu bizim gibi ülkelerde çok daha karmaşık ve zor bir operasyon gerekli olmaktadır.
Bu operasyonlar legal partiler ve liderler yoluyla yapıldığı gibi, çoğu zaman illegal örgütlenmeler ve eylemler sonucu gerçekleşmektedir. ABD’nin hedeflerine göre örgütler kurulmakta ve kullanılmaktadır. Bu örgütlerin ille de terör örgütü olması gerekmemektedir. Örgütlerin ideolojileri ABD tarafından belirlenmekte ve kontrol altında tutulmaktadır.

Soğuk savaş döneminin aktif gücü olan milliyetçi örgütlenmede, devlet milliyetçiliği ve kutsal devlet temaları öne çıkarılmış, eğitimden geçen elemanların rahatlıkla kutsal devlet uğruna ölme ve öldürme eylemleri içinde olmaları sağlanmıştır. Afganistan’da ideoloji bu sefer İslam olmuş, şahadet eylemleri dünyayı sarsmış, Sovyetler bu yolla yenilgiye uğratılmıştır.

Yeni örgütlenmenin ideolojisi biraz zayıf kalmakla birlikte ölme öldürme ve öldürülme yemin törenlerinde ortaya çıkmıştır. Bu savaş ulusalcı güçlerce gericilere(!) yani İslam’a karşı yapılacaktır. İdeolojinin zayıflığı eleman bulmayı ve kullanmayı zorlaştırmıştır. Daha önce tasfiye ettikleri milliyetçi kesime birlikte hareket teklifleri yapılmaya başlanmıştır. Seçimler öncesi İlhan Selçuk’un yazılarını hatırlayın. Kullanılan tetikçilerin aile yapılarına bakıldığında da bireysel olarak kimi unsurların desteğini aldıkları anlaşılmaktadır. Ancak özellikle Devlet Bahçeli’nin örgütü ve tabanını bu yapılanmaya uzak tutması, bu kesimi öfkelendirmiştir. Devlet Bahçeli bu yapılanmanın ulusalcı söylemlerine rağmen MHP ideolojisi ve tabanıyla uyuşmadığını yakinen bilmektedir. Bir de partisini legal ve sivil bir iktidar alternatifi yapmayı, tetikçi bir ortak olmaya tercih etmektedir. MHP gerçekten yeniden yapılanmaktadır. Kendisini derin ilişkilerden geri çekmeye çalışmaktadır.

Belki ABD’nin yeni politikalarında kısa süre desteklediği ulusalcı oluşumun da yeri kalmamıştır. BOP ya da Ilımlı İslam diye adlandırılan projeden söz ediyorum. Ilımlı İslam oluşumunun son zamanlarda siyasette etkileri gittikçe artan dînî cemaat veya cemaatler içinde örgütlenmesi de mümkündür.

Farklı kanatların birbirinden bağımsız, tek kontrol merkezi altında bulundurulması da ihtimal dışı değildir. Kendi aralarında bazen ortaya çıkan çatışmaları bir kenara koyacak olursak bütün grupların bir arada kullanılması da söz konusu olabilir. Geçmiş dönemlerde bu yöntem uygulanmış ve başarılı olunmuştur.

Parti kapatma ve Ergenekon da birbirinden bağımsız olmayabilir. Türkiye şu an tam bir ABD operasyonu altındadır. ABD Türkiye üzerinde gerçekleştirdiği operasyonlarda çoğunlukla başarılı olmuştur. Yeni bir derin devlet operasyonu ile karşı karşıyayız. Yine maalesef bu bizim derin devletimiz mi bilmiyoruz. Geçmişten günümüze yaşananlar ve tecrübeler bizim olmayan derin devletin hareketlerini işaret ediyor. Kurgulanan bu oyunda ikincil roller edinmeyi çıkarlarına uygun görenlerin yakın tarihimizi gözden geçirmeleri yararlı olacaktır.

( Bu Bizim Derin Devletimiz Mi? başlıklı yazı ahmet-ilhan tarafından 17.07.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu