Aşk-ı Yesevi
Ben şimdi öksüz başımı Yesi dergâhının güney pencerelerine yaslayıp. Daha önce hiç söylenmemiş bir türkü yakıyorum sana doğru. Kalbim acıyor. Kalbim yanıyor.
Ardından ağıtlar yakılası. Bir gençliği heba etmenin hikâyesi. Anlatırken birkaç satırla. Eski pişmanlıklarıma yeni hasretlerimi ekleyerek. Sanki geçtiğim her durakta yanıma aldığım çok acıklı sözler varmış da. Ben kimseye söyleyememişim. Sanki kendi tarihim içinde. Kayıt dışı kalan ne kadar yalnızlık varsa. Seni tanımamışken daha. Seninle beslenmiş büyümüş de. Ben bütün bunları bir türbenin serinliğine haykırmak için susmuşum şimdiye kadar. Duyuyor musun? Şimdi yaralı dudaklarımdan sayıklamalarla dökülen. Kan revan içinde bir türkü yakıyorum sana doğru.
Yesi dergâhının güney pencerelerinden. Bu incecik süzülen ışık. Göğsümün üzerinde ateş. Ne vazgeçmek ‘olabilmenin’ hazzından, ne de korkmak ‘ölebilmenin’ ürpertisinden. Olmakla ölmek arasındaki incecik bir çizgi üzerinde. Çok bulanık bir zihin ve daha çok hüzün dolu bir kalple. Çilehanelerin taşırılan çile küplerinden ‘kul olmanın’ ızdırabını yudumlayanların hatırası adına. Her gidenin peşinden, gelenlerin önünden söylenen vuslat türküleri gibi. Gidenle gelenin aynı noktaya vardığı. Firkatin yakmadığı, hasretin soldurmadığı bir iklimin sükûtuyla. Gönlümün çığlığıyla süslediğim. Yine de sesin ses veremediğim bir türkü yakıyorum sana doğru. Duyuyor musun?
Beylik laflarından. Fikirlerden. Saplantılardan. Düşüncelerden. Makalelerden. İdeolojilerden. Kültürlerden. Cemiyetlerden. Nedenlerden. Nasıllardan. Niçinlerden. Neticelerden kurtularak düşünmek seni! Harfsiz. Hecesiz. Kelimesiz. Cümlesiz. Hudutsuz. Sonra hudutsuz kere hudutsuz. Sana dair hiçbir akli hesap tutmadan. Sana dair söylenen bütün övgülerden arındırarak gönüldeki seni. Dostu en ziyade DOST över. Ben bütün övgülerimi DOST’ una ısmarladım diyerek. Senle ‘O’ arasındaki hikmetin esrarını görebilmek için çırpınmak. Beynin kargaşasından kaçarak, kalbin tenhalığında seni bulabilmek. Olduğun gibi. O’nunla birlikte. Ve sonra büsbütün taşkın bir kalple. Kimselerin bilmediği bir dilde. Ötelere, ötelere ait bir dilde türküler yakmak sana doğru.
‘Biz bu Kuranı bir dağa indirseydik, onu Allah’ın haşyetinden parça parça olmuş görürdün.’(Haşir suresi)
Ve ayetlerin ağırlığını omuzlarında hissedenlerle birlikte. Her sabahın seherinde. Ağlaya sızlaya düşünce senin kapına. Kurban edilecek canlar arasından can seçerken bir sevdanın yazgısına. Canlar sana kanarken. Ben efkârlı dilimden dökülen birkaç sözle. Gün yeni aydınlanan gökyüzünü çepeçevre karanlıkla kuşatırken. ‘Dağlar olsaydım da, heybetinden dümdüz kılsaydın beni. Ayrılık böylesi virane eyledi beni!’ Asıl bir türkü tutmuşum ki sana doğru. Dost düşman ağlayıp sızlayıp gelir kapına.
Derdim çoktur hangisine yanayım
Yine tazelendi yürek yarası
Be bu derde hande derman bulayım
Meğer dost elinden ola çaresi
Ellerine bağışlanan bir keremdir şifa niyetine öpülen. Kalb-i hazin. ‘Ente ve Ente!’ Siyahı çoğalan gözlerimde keremle yakılan çerağın etrafında divane dönen pervaneler. ‘Hace ve Hace!’ Dert peşinde koşarken yaşlandım ben. Gençliğimi Yesili bir güzel uğruna yakıp savurdum nazlı seher yellerine. Gözlerim görseydi seni. Yüreğim aynaların ardı sıra suretini arar mıydı? ‘Maşallah!’ Adımı bir kere söyleseydin. Diner miydi yıldırımları hasret tufanlarının? Derdine müptela kılmasaydın. Ben sana doğru sesler miydim, asırlara yara açan türküleri?
Türlü donlar giymiş gülden naziktir
Bülbül cevr eyleme güle yazıktır
Çok hasretlik çektim bağrım eziktir
Güle güle geldi canlar paresi
Canlar paresi… Beni bir uyku mamurluğu tutmuş ki. Gönül sancısı. İki rüya aralığında aramak seni. Uyumak. Uyumak. Her şeyi unuturcasına. Senden başka her şeyi büsbütün unutmak için. Senden başka hiçbir şey kalmasın diye. Düşlerimin içinde. Uyumak. Uyumak. Bir namaz müsaadesinde açık kalan gözlerde. İbadetin izi kalsın da. Senden başka hiçbir hayal barınmasın diye. Uyumak. Uyumak. Uyumak. Senden ötesini unutmak için uyumak.
Benim uzun boylu servi çınarım
Yüreğime bir od düştü yanarım
Kıblem sensin yüzüm sana dönerim
Mihrabımdır kaşlarının arası
Öksüzüm. Fakirim. Çaresizim. Sen ve sen. Semah değil bu döndüğüm. Başım dönüyor. Gün çekiliyor göklerden. Güneşimin önündeki bulut. Semah değil bu döndüğüm. Pervanelerin divaneliği benimle başladı. Yıldızları göremiyorum. Dünya dönüyor. Canlar. Can vermeye kim koşar? Gözlerinden gece dökülüyor Yesi sokaklarına. Kervanlar çok uzakta. Aydınlık ruhundur senin. Ateşinde yanmaya gelenler. Heybetin ezdi gururumu. ‘Kul olmuşam kapında.’ Nerde başlayıp, nasıl bitiririz diye tasalanmam. Sen ve sen! Semah değil bu döndüğüm. Dertli gönüllerin türküsü.
Pir Sultanım katı yüksek uçarsın
Selamsız sabahsız gelir geçersin
Dilber muhabbetten niye kaçarsın
Böyle miydi yolumuzun töresi (Pir Sultan Abdal)
Ve sen. Sükûtun efkâr dokur yüreğime. ‘Allah razı olsun.’ Semah değil bu döndüğüm. Cayarsam öldür beni. Öldür de koma sensiz. Gönlüme sığdıramıyorsam seni. Tut ki ben çocukların taşlayıp yaraladığı bir köpeğim. Gelip sığındım kapına. Merhamet et, affet, kabul et!
Güneşim… Karanlığın kalbini delen yıldız!
İmam-ı Zaman… Hace Sultan… Şah-ı Türkistan… Ahmed-i Yesevi!...
(
Aşk-ı Yesevi başlıklı yazı
Mümin Munis tarafından
18.07.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.