İnsan bütün gece şuursuz bir
durumda uyur. Uykuda geçen uzun saatlere ilişkin tek hatırlayabildiği
rüyalarıdır. Uyuduğu süre içinde dış dünya ile hiçbir bağlantısı yoktur. Uyku
olduğu zannedilen o sürede gerçekte insan bir ölüdür; ruhu ve bedeni birbirinden
ayrılmıştır. Kur’an, insanların uykuda bir tür ölüm halinde olduklarını,
"Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür
ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu)
tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir… (Zümer
Suresi, 42) ayetiyle haber verir.
Allah, "Sizi geceleyin öldüren
(uyutan) ve gündüzün ’güç yetirip etkilemekte (yapıp kazanmakta) olduklarınızı’
bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten (uyandıran)
O’dur... (Enam Suresi, 60) ayetiyle de insanların uykuda canlarını
aldığını, ancak daha sonra belirlenmiş ölüm anı gelinceye dek tekrar geri
verdiğini bildirir. Uyku sırasında bilinç ve algılama özelliği adeta kaybolur. O
halde insanın ölüme benzeyen bu uykudan bilinçli bir şekilde uyanması, yatağına
yatmadan önceki hali gibi görmesi, işitmesi ve hissediyor olması birer
mucizedir. Hiç kimse uyumadan önce, sabah yeniden uyanarak bu nimetlerin
kendisine verileceğinden emin olamaz.
Kendi rahmetinden olmak
üzere O, sizin için, dinlenmeniz ve O’nun fazlından (geçiminizi) aramanız için
geceyi ve gündüzü var etti. Umulur ki şükredersiniz. (Kasas Suresi, 73)
Geceyi, gündüzü, oluşmalarına sebep kılınan koşulları, evreni
saran muhteşem denge ve düzeni, olağanüstü sistemleri yaratan Yüce Allah’tır.
Allah, sürekli gündüzü ya da sürekli geceyi yaratmaya gücü yetendir. Ancak böyle
bir durumda yeryüzünde canlılık biter; hayat diye birşey kalmaz. Allah, sonsuz
merhametiyle geceyi ve gündüzü kusursuzca yaratır ve canlılar için en elverişli
ortamı hazırlar.
Samimi inanan insan güne başladığında, bu gerçekleri
düşünür; Allah’ın üzerindeki merhameti için Rabb’ine şükreder. Bu yeni gün O’nun
rızasını kazanması için tanınan yeni bir fırsattır. Yatağında kendine gelir
gelmez Allah’a içten dua eder ve salih amellerde bulunmaya niyet ederek gününü
O’na adar.
İman sahibi insan, attığı adımı Allah için atmaya, tüm gününü
Kur’an ahlakının gereklerine göre yaşamaya gayret eder. Allah’ın beğendiği bu
üstün ahlak, "De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve
ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır." (Enam Suresi, 162) ayeti
gereği inanan insanın tüm yaşamına hakimdir.
Uyku ile dinlenen, sabah
sahip olduğu nimetlere yeniden kavuşan ve henüz günün ilk dakikalarında Allah’ın
yakınlığını gönülden hisseden insanın aksine, bu gerçekleri hiç düşünmeyen
birçok kişi vardır. Onların sabah hissettikleri, o saatte sıcak bir yataktan
kalkmanın zorluğu ve gün içinde farklı sıkıntılar yaşayacak olmanın verdiği
endişelerdir. Yataktan zorlukla kalkar, öğleye kadar genellikle asabi ve gergin
bir halde dolaşır, gün içinde de her günkü işlerini yaparlar.
Allah’tan
uzak yaşayan insanların her biri güne farklı şekillerde başlıyor da olsalar,
tümünün davranışlarında ortak bir gaflet hali hakimdir. Onlar, yaşayacakları
günün Allah’ın hoşnutluğunu kazanabilmek için yeni bir fırsat olduğunu
akledemezler. Oysa o sabah, dünya hayatında kişi için belirlenmiş son günün ilk
saatleri olabilir. Ani bir kalp krizi ya da bir trafik kazası sonucu, insan bir
daha hiç "sabah" yaşamayabilir.
Kuşkusuz böyle şuursuz, gergin bir
"sabah" yaşamak istemeyiz. O halde Allah’ın yarattığı kadere tabi olduğumuzu
unutmadan, O’na halisane teslim olarak, tevekkül ederek yaşamaya niyet edelim.
"Allah’ım bugün de uyandırıp bana bir fırsat daha verdiğin için sana
şükrediyorum. Günümü Sana adadım. Sana yaklaşmak ve salih amellerde bulunmak için vesileler çıkar
karşıma ve akşama girdiğimde de, sabaha erdiğimde de Seni övgüyle yüceltmeyi
ilham et."
Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha
erdiğiniz vakit de Allah’ı tesbih edip (yüceltin). (Rum Suresi, 17)