Dünya hayatına sımsıkı bağlı olan insanlar birbirlerini tevazu, akıl, merhamet, şefkat, fedakarlık gibi Kuran ahlakının kazandırdığı üstün özelliklere göre değil; zenginlik, güzellik gibi geçici dünyevi kriterlere göre değerlendirirler. Bu bakış açısının sonunda zengin - fakir ayrımı yaparak insanlara karşı; mimiklerine, ses tonuna, bakışlarına kadar yansıyan değişik tavırlar sergilerler.
Mesela bulundukları ortama zengin biri geldiğinde ayağa kalkar, kibar bir tavırla karşılar ve kişinin her isteğini yerine getirmeye çalışırlar. Ortamdaki rahatlığını sağlamak için büyük çaba sarfederler. Fakir bir insan geldiğinde ise ayağa kalkmaya gerek duymaz, umursamaz bir tavır takınır ve ilgisiz davranırlar.
Din ahlakından uzak yaşayan bu tür insanlar, zengin kimselere genellikle “siz” diye hitap ederken, fakir bir kişiyle “sen” diye konuşurlar. Bazı hastanelerde ya da bu tür hizmet verilen alanlarda zengin insanları saygılı bir şekilde karşılayıp her türlü işlerini titizlikle yerine getirirken, fakir insanlara aynı özeni ve saygıyı göstermezler. Hatta yeri geldiğinde aşağılamaya varan üsluplar sergilerler. Zengin ve itibarlı kişilere karşı genellikle ince ve yumuşak bir ses tonu kullanırken, fakir bir insanla normal ses tonu ile konuşurlar. Mesela genel müdürle konuşurken kullandıkları ses tonu ve üslupla, iş yerinin çaycısına karşı kullandıkları üslup arasında çok büyük fark vardır. Genel müdürden menfaat elde etme ihtimalleri olduğu için, ona karşı mümkün olduğunca nezaketli ve saygılıdırlar. Çay servisi yapan çaycıdan beklentileri olmadığından kibar olma ihtiyacı hissetmezler. Hatta çoğu zaman rica etmek yerine emir verir tarzda konuşurlar. İnsanlar arasında oluşan bu sınıf ayrımı, güçlünün güçsüzü ezmesi şeklinde hayatın her alanında kendini gösterir.
Zenginliği mutlak güç haline getiren bu çarpık sistem içinde yaşayan bazı insanlar, bu güce ulaşabilmek için her türlü yolu kullanır, gerektiğinde çok önemli tavizler verir ve büyük bir hırsla herşeyi yaparlar. Amaçları sadece toplumda güç sahibi olmak ve itibar görmektir. Kişilikleri ve ahlaki yapılarının önemsenmediği, sadece maddi güçleriyle değerlendirildikleri toplumda, ezilmeden, ezerek yaşamayı amaçlarlar.
Oysa Kuran ahlakında, insanlar sadece takvalarına göre değerlendirilir. Allah'ın emirlerini ve yasaklarını titizlikle koruyan yoksul bir insan, Allah'ın sınırlarına karşı gelen zengin bir insandan takvaca daha üstündür. Zenginliğin, itibarın, gücün değil güzel ahlakın geçerli olduğu bir anlayış vardır. Bu nedenle Kuran ahlakında insan ayrımı kesinlikle yoktur. Allah bir Kuran ayetinde şöyle buyurur:
'' Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.'' (Hucurat Suresi, 13)
Kuran ahlakının hakim olduğu bir toplumda, insanlar birbirlerine karşı son derece adaletli, merhametli ve yardımseverdir. Böyle bir toplumda mal mülk sahibi olma yarışı yerine, elindekileri ihtiyacı olanlarla paylaşma arzusu hakimdir. Zenginliğin üstünlük olmadığı, güzel ahlakın övüldüğü bir toplumda amaç da mallarda değil, güzel ahlakta yarışmaktır. Bu yarış, toplumu karanlıklardan kurtarıp aydınlığa kavuşturacak en güzel yarıştır.
Şeytanın ''dünyanın sistemi'' olarak insanlara aşıladığı savaş ve kargaşa ortamını yok edecek, yeryüzüne huzuru, güveni ve sevgiyi hakim kılacak bu güzel yarışı tüm insanlığın kazanması dileğiyle...
'' Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, Kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile.'' (Saff Suresi, 8)
Altuğ Öztürk