Açlıktan ölenlere ithaftır bu yazı.
Çok yemekten nefesi kokanlaradır bu yazı.
“Bugün açız yine evlatlarım, diyordu peder
Bugün açız yine; lakin yarın, ümid ederim
Sular biraz daha sakinleşir... Ne çare, kader” diye yazmış Tevfik Fikret Balıkçılar
şiirinde… Bugünü görebilmiş olsaydı acaba ben Afrika’nın açlığını yazabilecek kudrette değilim çünkü tokum derdi belki de… Yahut ben onun böyle demesini arzulardım.
“Bir anne çocuğuna "tabağındakini bitir" diye bağırmıyorsa, o anne Afrikalı bir annedir!” Sözü aslında her şeyin özetidir. Bu yüzyılın insanlığının bir nevi hüviyetidir. Açız diyecek kadar dahi gücü olmayan, feri atmış, derisi kemiğe bir zar gibi yapışmış, ölümü nefesinde hisseden insanların kıtasından seslenmek lazım dünyaya:
Siz toksunuz kabul,
Sırtınız pek.
Ama biz açız ve
Sırtımız açık…
“Herkese 'Seni sevmediğimi' söylüyorum. Afrikalı bir annenin oğluna 'Ben tokum sen ye!' demesi kadar basit bir yalan bu.” diye yazmış Küçük İskender. Sahi Afrikalı çocuklar aç bi ilaçtır! Ama anneleri acıkmaz asla değil mi? Yavrusu açken kendisi tok olabilir mi? Tok olsa bile söyleyebilir mi? Tok olma ihtimali dahi olsa tok olur mu?
Çöpe giden onca ekmek.
Zayi olan nice nimet.
Damlaya damlaya göl olan nice su! Farkında bile değiliz. Bir lokma bir hırka düsturundan; ‘bin değişik lokmaya ve bugün ne giysem’e gelen bir toplum.
Silahlara harcanan milyarlarca lira… Kaç Afrika doyardı bununla? Kaç çocuk ölünden kurtulurdu kim bilir? Kaç anne bebeğini emzirecek denli sütle dolardı? Kaç baba geceleri karnı tok olan ailesinden dolayı mutlu uyurdu?
Bir zamanlar üstü başı dökülen, hırpani kıyafetli bir gariban, Kulekapı Mevlevihanesi'ne gelir. İçeri girip şeyhe selam verdikten sonra "Baba erenler, artık kararımı verdim, tarikata soyunacağım" der. Şeyh hazretleri karşısındaki adamı baştan aşağı süzüp de açık yerlerinin, kapalı yerlerinden fazla olduğunu görünce şu tavsiyede bulunur: Evlâdım, sen önce giyin bakalım! Aslında gelen zat giyinmek için gelmiştir belki de açtır evsizdir. Halden bilenlerin yanına uğramıştır.
Bir giydiğini bir daha giymeyenedir sözüm. Bir yediğini bir daha yemek istemeyenedir sözüm. Kendi midesinden gayrisini düşünmeyenedir lafım. Başkasını göremeyecek denli kör olanadır lafım. Kalp gözü kararmış olana, insafı bitmiş olana, merhameti dibe vurmuş olana, insaniyeti sıfırı tüketmiş olanadır sözüm.
“Afrikalı bir anne çocuğuna 'tabağındakini bitir' diyebilene kadar dünyadaki bütün tabakları kırmak istiyorum.” Bizlerde şahsi belirli gün ve sınırsız eğlencelerimizde tabak üstüne tabak ve gerdan kırmaktan, göbek atmaktan bir hallere düşüyoruz. Afrikalı annenin dramı bizleri alakadar etmez, bu onun kendi kaderi ve suçudur. Biz; ‘Gülelim, eğlenelim, kâm alalım dünyadan’ diyen Lale Devri’nin Nedimleriyiz bugün. Tabak da kırarız gerdan da! Köpüklü eğlencemiz de var bu da kapak olsun bütün fakir ülkelere… Ah insanlık!
Nerede Hazreti Ömer gibi düşünenler?
Yok mudur Nuşirevan gibi olanlar?
Bir gün Hz. Ömer (r.a) dolaşırken yaşlı bir kadının taş kaynattığını görür. İlgisi çeker ve sorar “ Ne yapıyorsun?” der. Kadının cevabı manidardır. “Yetimler günlerdir aç onları avutmak için taşı kaynatıyorum.” der. Konuşma devam eder. Konuşmanın sonuna doğru Hz. Ömer “Durumunu halifeye söyledin mi?” diye sorar. Kadın “Söylemedim.” der. Hz. Ömer “ Sen söylemezsen halife nerden bilsin!” der. Kadının cevabı çok keskindir.
“ Benim ve bu yetimlerin aç olduklarını bilmeyecekse neden halife oldu?” der. İslami anlayışta cennetle müjdelenmiş nadir kişilerden olan Hz. Ömer başı önde orayı gözleri dolu olarak terk eder ve sonra gereğini yapar.
Var mı bugün gereğini yapan?
Gereği düşünüldü diye nefsini sigaya çeken var mıdır?
Yanı başında komşusu açken kendisi tok yatan kimse hakiki mümin değildir.
Yüce rabbim insanı açlık ve susuzlukla sınamasın inşallah!
Yoksulluğun açlığın sefaletin kol gezdiği coğrafyada insanlığında kol gezmesini arzu ediyoruz. Ey insanlık uğradıysan bu dünyaya ses var:
‘Aç olana açıl sofram açıl’ de…
“Yoksulluk kaç gün sürer baba?
— 40 gün oğul.
— 40 günden sonra zengin olur muyuz?
— Yok oğul, alışırız”
Açlığa alışılır. Ama merhamete, şefkate ihtiyaç olunur her zaman. Bir yardım elinin
uzatılması kadar mutlu bir el yoktur dünyada… Bir tas sıcak çorba, bir tas su bir parça ekmek.
Yaşamına katık yapar bunu fakir olan, ekmeğine yağ sürer gibi insanlık sürer kalbine… Yeme de yanında yat olur bu durum.
Açlığı sonuna kadar hisseden az bir insan topluluğunun karşısında tokluğu boğazına kadar yaşayan kocaman bir insanlık var.
Tok açın halinden ne anlar?