Sayın okuyucu acımıyor bak!
Tırnaklar çekilse de acımıyor.
Dişler sökülse de!
Etler kesilse de…
Elektrik verilse de canımıza, kezzap dökülse de ruhumuza, ateşten denizlerden geçirseler de ayaklarımızı, boydan boya tutsalar da tabutluklarda yine de acıyor demez ağzım.
Halimi böyle bil dostum.
Halimizi bize böyle söyleyecek olan nerede? Yapmamız gerekeni haykıran var mı? Buna sabredebilen ve tahammül gösterebilen babayiğit nerede?
Uyan ey halkım mevsim bahara erdi diyecek olan müjdecilere ne oldu?
Önden giden atlılar diyoruz sahi onlar geri dönmeyecekler mi bir daha? Yahya Kemal
ne güzel ifade etmiş:
“Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden.”
Galiba yalnız kaldık bu fani âlemde.
Galiba güzel kaldık kendi halimizde.
Dut yemiş bülbüllerin ülkesinde habire şarkı söylüyoruz. Duyan var mı ola?
Oysa onurlu durmak insana acı vermiyor. Net olmak zarar vermiyor kişiye. Berrak olmak tadını kaçırmıyor âdemin. Eğilmedim ey halkım, bir demir tel gibi bükülmedim. Bir lastik gibi çekilmedim o yana bu yana. Bir su gibi her kalıba girmedim. Maskem olmadı asla!
Acımıyor tüm bunlardan canım.
Canım acımıyor artık.
Herkes öyle sağır kesilmişti ki korktum.
Bu sessizlik kulak zarımı patlatacak denli tesirliydi.
Herkesin sağır mı sağır kesildiği, taş mı taş olduğu, duvar mı duvar olduğu bir ülkedeyiz. Haksızlığa uğrayan meğer kendileri olmaya!
Adam ölse yanlarında kimse tınmaz bile…
O kadar duyarsız. O kadar, kibriti çak yanarsa yansın havasında insanlar. Acımıyor işte var mı diyeceğiniz? Yalanlar kanatmıyor yüreğimi, sahtekârlıklar artık sendeletmiyor bedenimi, iftiralar artık çok da umurumda değil!
Acı vermiyor doğru olmak, dürüst olmak, vatanını milletini sevmek, işini adam gibi yapmak, sorumlu olmak, vefalı olmak, hal bilir olmak, hak tanımak, kadirşinas olmak, misafirperver…
Kral çıplak demek acıtmıyor mesela! Padişahım çok yaşa dememek koymuyor adama! Marifet değil iki üç yanak okşayan iltifata aç olmak. Bir iki tatlı söz uğruna gebe kalmak hoş değil.
Kendinden taviz vermemek…
Kendini mezada çıkartmadan ayakta durabilmek. Mesele bu işte; eğilmeden salkım söğüt misali durabilmek başı dik olsun ama bir kavak gibi…
Bugün bütün bunların söylenmesi ve yapılması kolay değil, her babayiğidin harcı değil ama acıtmıyor oysa!
Her espriye şak şak…
Her kalıba tak tak…
Her çakmağa yak yak…
Her marşa uygun adım…
Her oltaya kıt vurmak.
Her meteliğe kurşun.
Her sunuma arz…
Her azığa aç…
Her kazığa oh. Halimize bak Allahaşkına ey cemaat! Bu kadar ucuz değil bütün bunlar, bu kadar kelepir, bu kadar elden ayaktan düşme. Defolu bir yaşam sunuluyor sizlere, bol bol yalakalı günler bekliyor. Alakalı olmak lazım bir yerlere demir atmak için, kazık çakmak için bir yerlere mutlaka alacalı bulacalı olmalı insan.
Onur neredesin?
Şan şeref lütfen, çık desem çıkar mısınız?
Ahmet Altan yazmıştı bir kere.
Romalı bir komutandı Pautus, bir ayaklanma düzenledi.
Yakalandı.
İdama mahkûm oldu.
Soylu olduğu için Roma geleneklerine göre kendi hayatını kendi elleriyle alma hakkı tanındı, bir odaya sokup yanına bir hançer bıraktılar.
Annesi, babası, karısı, yakınları, dostları kapıda yere yıkılan vücudun düşüşünü duymak için kederle bekliyor ama kendini bıçaklayan Pautus’un düşen vücudunun sesi yerine bir türlü kendini öldüremeyen adamın ayak seslerini duyuyorlardı.
Sessiz bir utanç hepsini sarmıştı.
Sonunda bu utanca dayanamayan karısı hiç kimseye bir şey söylemeden kapıyı açıp içeri girdi. Masanın üstünde duran hançeri alıp kendi karnına sapladı. Sonra çıkardığı hançeri kocasına uzattı:
—Pautus bak acımıyor.
Bizlerinde birer “Pautus bak acımıyor.” diyeni olsa! Ülkeye hep iyi şeyler dileyeni… Eşini dostunu sevenini…
Acımıyor yüreğim onca eziyete.
Kanamıyor kalbim artık her zulmete.
Güzel ülkem, bak acımıyor yüreğim işte!