Temiz giyinirdi. Derbederlikten hiç hoşlanmazdı ve yakasına daima bir
papatya takardı. Bütün inancı, aşkı, hemen her şeyi, o yakasına taktığı bir tek
papatyasıydı. "Bununla" diyordu. "Tanrı'ya daha çok yaklaştığımı
hissediyorum."
Dünyanın girdisine çıktısına pek aldırmazdı. Sanki her
şeye karşı kayıtsızdı ama, "insan"ı çok severdi. Sıkıntılarımızı önceden
sezerdi. Onun aramıza dönüşü, bir bayram havası yaratırdı üzerimizde. Onunla,
mutluluğa daha yakın olurduk. Sağ gözüm seğirmeye başladı. Onun geliş
zamanlarında hep seğirirdi zaten... Güneşe baktım, hüzünlüydü. Martılar, bir
başka ötüşüyordu bu sabah. Boğaz'da gemiler; bir gelip bir gidiyorlardı. O,
bize; "İnsanları seviniz." demişti. Sevmeye çalışıyordum ama, sevemiyordum bir
türlü. Görünüşte kolaydı bu iş... Her sabah, telâşla işlerine koşarlardı. Kimi;
akşam evine döner, kimi boş verirdi. Gider bir meyhanede zıkkımlanırdı. Ötede
çoluğunu, çocuğunu düşünmezdi.
Oysa, o gelecek bugün. Kaderci'm... Onu
beklemeliyim. Biliyorum, kızacak bana. "Niçin böyle?" diyecek, "Hep bekleyişler
içindesin? Neyi, kimi bekliyorsun? Şehzade'ni mi?" Yine kayıtsız davranacaktı.
Şehzade'min kim olduğunu bile sormayacaktı. Oysa bir bilse... ah, bir bilse! Ama
o, kızacak bana. Arkadaşlarımı boşlamıştım bu sıra. Onlar da o kadar soğuktular
ki. Her gün, göz göze geldiğimiz hâlde, bir "Günaydın" bile demezlerdi bana.
Odama çekilir, için için ağlardım. Onlar boş verirlerdi Kaderci'me... O varken,
bana sokulurlardı. "Nasılsın?" derlerdi, yüzlerinde zordan açan gülücüklerle.
"İyiyim." derdim. "Sizler nasılsınız?" İyi olmasına, iyiydi hepsi. Beraber
gezmelerimiz olurdu. Ancak o zaman severdim insanları. Gider, koyda balık
avlardık. En çok balık, Kaderci'nin oltasına takılırdı. Süreyya olsun, Suat
olsun, Enver olsun, hep kıskanırlardı onu.
O gelecek bugün! Ama hani
nerde kaldı? Yoksa gözlerim yalan mı söylüyor? Ya martılar, neden böyle
ötüşüyorlar? Hüzünlü güneşe rağmen, neden yine mutluluk şarkılarına
başladılar?
Güneş battı, Kaderci'm hâlâ gelmedi!..
Gözlerimde
yaş, ellerimde papatyalar ile uyuyakalmışım... "Kalksana Hatice." dedi Şen.
"Kaderci geldi." Yüreğim sıkıldı. Ellerim, ayaklarıma dolaşıyor. Baktım,
papatyalar solmuş.
- "Ne zaman?" dedim. Şen, yerinde duramıyordu.
Çabuk olmamı söylüyordu.
- "Elini çabuk tut, hemen gidecekmiş. Akşam
beraberdik. Resimlerimi bir beğendi ki, sorma! Biliyorum, bana ümit veriyor ama,
gene de güzel bir şey bu..."
Şen, ressamdı. Ona takılmak istedim.
"Gözlüklerini takmamışsın bu sabah. Anlaşılan dünyayı ters görüyorsun."
- "Aman sen de..." dedi. "Fena mı yaptık, gelip sana haber vermekle? Kaç gündür
bekliyordun onu. Şimdi n'oldu sana?"
- "Darılma canım, benimkisi
şakaydı."
- "Öyle mi?" dedi ve bir nanik yaparak, uzaklaştı gitti.
- "Demek geldin, ha?" dedim kendi kendime. Bugün daha bir güzel olmak
arzusu duyuyordum içimde. Gözlerimde terk edilmişliğin izini okumamalıydı,
Kaderci...
Hoş, zaten onlar çekiştirmişlerdir beni. Ne anlıyorlar
bilmem ki?
Ah, şu papatyalar solmasaydı?
Lokale indim.
Kaderci orada idi. Saçları anlına düşmüş, sakalları biraz uzamıştı. Yoksa
Kaderci'me bir şeyler mi olmuştu?
- "Gelsene!" dedi. "Niçin öyle
kalakaldın?"
Gözlerinde buruk bir gülümseyiş. Bir sandalye alarak,
yanıbaşına iliştim.
- "Dün gece geldim. Martıları göremedim
henüz..."
- "İstersen çıkalım..." dedim usulcacık.
- "Nasıl
istersen? Ama, bir kahve içimlik zaman ayır, olmaz mı? Bilirsin, falım yalan
söylemez."
Hareket doluydu. Öylesine samimiydi ki, anlatamam...
Kahveler geldi.
- "Gelişin sürpriz oldu." dedim.
Şen, sözümü
ağzımda bıraktı.
- "Ben gelemem şekerim." dedi. "Birkaç desen çizmem
gerekiyor, dergi için."
- "Yaa?.." dedi Kaderci. "İyi olur. İnsanı,
Anadolu insanını işle desenlerinde. Acılarıyla, hüzünleriyle ve de bütün
güzellikleri ile..."
- "Fincan soğudu." dedi Niyazi.
Kaderci,
sözünü keserek gözlerimin içine baktı.
- "Görüyorum, sanki mutlu
değilsin bu günlerde... Niyet tuttun mu?"
- "Evet..."
- "Bak,
bu iyi işte." dedi. "Nasıl?"
- "Neyse hâlim, çıksın falım..."
- "Hep klasiksin... Kendini salmışsın yine. Neyse..."
Fincanı aldı,
evirdi çevirdi. Hoşuma gidecek şeyler düşünüyordu besbelli.
- "Şimdilik
yüreğin çok sıkkın. Daima bekleyişler içindesin. Bütün yolların açık. Bak,
görüyor musun?.. Ama gelecekte çok mutlu olacaksın. Yalnız, mesleğini sevmen
gerek. Anadolu insanı sana muhtaç. Doğuya gidebilirsin. Giderken, Promette'nin
ateşini unutma sakın. Hele bizim Yunus'u, baş tacı et. Doğuya bilgi
götürüyorsun, bak..."
- "Mesleğimi sevmiyorum." dedim.
Dondu
kaldı.
- "Nasıl?" dedi. "Sevmiyor musun? Anlaşılan, beni anlayamadın
henüz. Çıkalım..."
Fenerbahçe'de sevdiğim bir koruluk vardı. Orada
biraz olsun mutsuzluğumu unutabiliyordum. Hava ha bozdu, ha bozacak... Güneş,
bulutların arkasına gizlenmişti. Bağdat Caddesi'ni yaya geçtik. Kaderci, devamlı
konuşuyordu. Bana, Anadolu insanının dramını anlattı. Ona hayrandım. Kendimde
yeniden bir güç buldum. Toprak damlı köylere gidecektim. Yıllardır unutulan,
uyutulan Anadolu insanına ışık olacaktım.
Anadolu insanına ışık olmak!
Ama nasıl? Bütün bildiklerimi öğretecektim onlara. Yarınki mutlu Türkiye'nin
doğuşunda, benim de payım olacaktı. Ne güzel konuşuyordu Kaderci!.. Ah, hep
yanımda olsa ve devamlı konuşsa, hep anlatsa...
Anadolu insanını
sevmek. Acısıyla, sevinciyle Anadolu'yu sevmek. Ne güzel şey, Tanrı'm! Onlar
gibi toprak damlı bir evde oturmak. Onları uykusundan uyandırıp, "Oh, dünya
varmış!" dedirtebilmek... Bilmem bunu hiç düşündünüz mü?
Gözleri
dalgınlaştı Kaderci'nin. Rıhtımda uzun uzun martıları seyretti. Açıkta bir gemi
demirlemişti. Acaba Kaderci de içer miydi, o sevmediğim diğer insanlar gibi?
Korka korka sordum:
- "Sen de içer misin?"
Gözleri hep
enginlerde, cevap verdi:
- "Arada sırada. Papatyalardan uzak kaldığım
zamanlar. Bilir misin bilmem; Anadolu insanı, papatyalara benzer. Saf, temiz,
ezik ama, alabildiğine yüce, soylu! Ekin biçme mevsiminde bayılırım onlara.
Kadınlı erkekli koyulurlar işe. Hele bir de orak sallayışlarını görme, gitsin.
Hiçbir şiir, hatta dünyanın en güzel şiirleri, onları anlatamaz. Bu duygu,
bambaşka bir şey! Bilmem anlatabiliyor muyum? Onları sevmen için, onlarla
et-kemik olman gerek..."
- "Anlıyorum." dedim.
Kaderci,
Anadolu insanını seviyordu. Bir gün, onların ışığa kavuşacağına olan inancı
sonsuzdu.
- "Kimileri inanmaz buna." dedi. "Ve hep işi ters açıdan
alırlar. Düzeni değiştirmekle, onları mutluluğa götüreceklerini umarlar. Üşüdün,
dönelim artık..."
Sonra ideal insan kavramı üzerinde durdu. İnsan, tam
anlamıyla ideal insan olabilirse, Tanrı'ya erişebilir, O'nunla "hak" olurdu.
Yine, içime bir hüzün çöktü. "Dönelim artık" demek, ayrılmam gerek, demekti.
Oysa onun gitmesini, dönmesini istemiyordum. Nereye gidiyor, neler yapıyordu?
Bunları bilmiyordum. Sorduğumda; "Anadolu'ya..." diyordu sadece.
-
"Kaderci." dedim. "Hiç sevmeyi denedin mi?"
- "Her zaman severim."
dedi.
- "Ama öylesi değil."
- "Nasıl yani?"
- "Bir
kadın filân?.."
- "Hayır!"
- "Ama niçin?"
-
"Papatyaları seviyorum ya!" dedi. "Hem sonra, sevgimi bir noktada toplayamam.
Bir kadın, beni öldürür. Düzenimi dağıtır, savruk olurum."
- "Ama, ya
seni anlayan biri olursa, bu?"
- "?!"
Sorumu karşılıksız
bıraktı. Tam konuya girmişken, ona sevgimi söyleyemedim. Söylesem, boş verirdi
bana, aldırmazdı. Adım gibi biliyorum bunu.
- "Şehzade'n ne âlemde?"
dedi. "Yoksa seni unuttu mu? Öyle olduğunu sanıyorum. Arkadaşların da seni
çekiştirdiler. Soğuk davranıyormuşsun onlara."
- "Suç onların. Bana
günaydın demez oldular." dedim.
Yağmur çiselemeye başladı.
Yağmur…
- "Onların kulağını çektim. Sana gereken özeni gösterecekler.
Benim dönmem lâzım. Şehzade'ne bir şeyler demek istersen söyle, gider bulur,
anlatırım ona."
- "Şehzade'm yok benim. Sana yalan söyledim. Hayâldi
onlar... Ama seni..."
Yüreğimde tüten tek sesti bu; "Ama
seni…"
- "Yeter!" dedi. "Seni anlıyorum. Ama elimden bir şey gelmez.
Ben, kadere verdim kendimi. Anadolu'nun kaderine sevdalıyım. Baştan söyledim,
bir başka sevdaya bağlanamam. Allahaısmarladık."
- "Güle güle!"
diyebildim sadece.
Kaderci gitmişti. Ama bir gün yine gelecek.
Yarından tezi yok, Anadolu'ya gideceğim. Bir gün ekinlerin hasat mevsiminde, ona
rastlayacağıma eminim. O zaman, martılar gelir düğünümüze. Toprak damlı bir
köyde gelin olurum. Ellerime kına yakarım.
Oh, Kaderci'yle yaşamak ne
güzel! Hele onu sevmek, ona inanmak! Siz, bilemezsiniz bunu. Benim, ona olan
aşkımı anlamazsınız. Hiç anlamazsınız.
N'olur martılar, gidin
Kaderci'me.
Hadi n'olur martılar.
Gidin!
7 Nisan
1969 Bursa
Oyhan Hasan Bıldırki