“Bu senin eserin zalim. Başka bir adam bakıyor sana bugün. Dünkü adam değil

İmzanı gör hayatıma attığın. Başka bir göz bakıyor sana bugün. Dünkü göz değil!” İçlendi bunları karalarken Yusuf. Demli çayından bir yudum aldı, gözlerini uzaklara dikti sonra. Kaç dakika öyle durdu. Kim bilir neleri hayal etti? Kimi düşündü kaç kez kim bilir? Yazmaya başladığı günden beri aşk düşmüyordu yüreğinden. Hep aşk üzerine yazıyordu. Çünkü yaşıyordu aşkı yüreğinde.

 

“Bu hal iyiye işaret değil biliyorum. Sana geldim gitmedim bir daha. Bana geldin gittin bin defa. Gelmene alıştım da gitmene asla. Bu gelgitler bana göre değilmiş meğer. Ömrümden çaldığın ömre ağlarım.” Yusuf almıştı sazı eline. Sözü dolamıştı diline. Hem çalıyordu hem oynuyordu habire. Yusuf içli bir gençti, Yusuf aşklı bir civandı. Gönlünü yakan bir afetmiş meğer! Aklını deli eyleyen bir dilbermiş meğer! Nedir seni bu kadar dile düşüren? Nedir seni zari zari inleten? Kimdir bu ömrünü kördüğüme çeviren? Sorular bin bir türlü? Yanıt ise tek: “Züleyha’dır beni derde salan. Güzelliğidir beni yakıp yıkan?”

Ah Yusuf sende mi yanacaksın böyle? Sen de mi küle döneceksin kor kor? Yanmayan var mı aşk üzre? Çekmeyen var mı bu ezayı ölüme dek?

 

            “Farklı bilmiştim seni. Öyle görmüşüm hep. Sıradanlaşan bir aşkın çetin bir tipiymişsin. Yazık şimdi anladım. Körmüşüm meğer.” diye yazdı Yusuf yine. Ah Züleyha! Sen neymişsin be? Avuçlarında bir küçük serçe yüreğidir Yusuf şimdi? Sıksan ölecek açsan kaçacak durumda! Yusuf âşık sana, körkütük hem, boz bulanık, uçsuz bucaksız hem. Kapını çalmaya haceti yok, seni görmeye takati yok! Sesini duymaya muktedir değil, bakışına dayanır değil!

 

            “Ak güller açıyor saksında. Ak günler doğuyor kapında. Kara güller bitiyor kalbimde. Kara günler açıyor penceremi. Bu tezat içinde deli gibi sevmişim seni ona yanıyorum.” Yusuf tespih tanelerince sayıyordu aklına geleni, aşkına geleni sarf ediyordu aşikâr bir şekilde Züleyha’ya hitaben. Yusuf demini bulmuştu. Aşk sarhoşuydu artık. Cezbeye tutulmuş bir hal vardı üzerinde. Züleyha dendi mi çığırından çıkıyordu. Kopuyordu kökünden, zayi ediyordu kendini özünden. Züleyha tak takıştır sür sürüştür havasında. Umurunda mı Yusuf?

 

            “Uyu rahatına bak sen gülüm. Uyu rahat mı rahat döşeğinde? Umurunda mıyım taş yatakta? Sen tatlı rüyalarda ben karabasanlarda… Sen mutlu bir yarına uyanacaksın ben başka bir karanlığa… Belki de… Boş ver!” Yusuf ağlamaklı olmuştu bu satırları yazarken. Ölümü düşündü ilk kez, ürperdi aniden. Züleyha sız bir yaşam olabilir miydi? Bunu düşünebilir miydi? Onsuz öte dünyanın tadı olur muydu? Şimdi de ölüden farksızdı gerçi ama var olduğunu biliyordu ve bir şekilde de olsa rahatlıyordu.”Ya orada yoksa” dedi içinden. Kalakaldı öyle!

 

“Mutlu musun şimdi, eserin karşında işte. Bak da övün! Kralısın ağlatmanın, terk etmenin, yalnız koymanın. Sefasını sür bensizliğin. Gecen gündüz olmuştur. Yüreğin bayram etmiştir.” sertleşmişti Yusuf aniden. Neden böyle davranıyordu Züleyha? Uğruna her şeyini vereceği Züleyha neden ilgi göstermiyordu ona! Aklı almıyordu. Kalbi kabullenemiyordu bunu! Perişan olmuştu, haline acıyordu. Kendisini tanıyamıyordu artık. Buna hakkı var mıydı Züleyha’nın? Bu hüzne neden itiyordu Yusuf’u? Yusuf’un Züleyha’yı sevmekten başka ne suçu vardı?

 

            “Ne haldeyim kederdeyim dertteyim. Sensiz beterdeyim. Yeter diyemeyeceğini biliyorum. Nasıl gülüyorsun anlayamıyorum? Nasıl mutlu olabiliyorsun? Harcanmış ömrüm var ömrüne. Dökmüş olduğum yaşlar var uğruna. Aklaşmış saçım, eskimiş sözüm. Değmezmiş meğer sana! Ona ah ediyorum.” Ah Yusuf’um! Sana reva mı bunca aşk yükü? Bunca sevda yükü sana seza mı? Yoksa eza mı? Gören var mıdır ki halini? Yarana merhem olan var mıdır ki? İnlediğin gecelerde sana su veren biri var mıdır ki? Dertteymişsin kime ne? Keder kaderindir bilmez misin?

 

            “Ağlamışlığım var kollarında. Saçlarına el sürmüşlüğüm. Yüreğine takılıp kalmışlığım var bir serçe gibi. Nasıl görmezsin nasıl anlamazsın? Hüzün çiçekleri açıyor gönlümde. Tohumunu sen ekmiştin hatırlasana! Gözyaşlarımla sulamıştın hep! Canım zehir zıkkım işte! Baldıran çiçekleri büyüyor içimde. Acıtıyor nedense?” Günah çıkartıyordu Yusuf sanki? Sorguluyordu aşkını? Aklı almıyordu bir türlü? Harcadığı ömre yanıyordu. Döktüğü yaşlara vah ediyordu. Söylediği sözlere ah ediyordu. Sürgün sürgün büyüyen bir acı vardı içinde, kalbini çepeçevre sarmalayan, duygularını zapturapt altına alan!

 

            “Uyu rahatına bak sen gülüm! Ben nasılsa dertli bülbülüm. Sen mutlu bir yarına uyanacaksın. Beni boş ver? Boşuna ağlıyorum. Sevmişliğim vardı seni harbice. Yanmışlığım vardı Keremce. Ardına düşmüşlüğüm vardı Ferhat’ça. Ben sevmeyi hak ettim sen sevilmeyi hak etmedin bence! Boşuna söylüyorum.” dedi son kez. Kalemi acıdan bitmişti, sözü tükenmişti, yüreği küllenmişti.

 

            Bir damla yaş döküldü gözlerinden yazdıklarının üstüne.

            Derinden bir ah çekti Yusuf!

            Kâğıt tutuştu aniden.

            Züleyha yandı Yusuf kül oldu.

( Yusuf’un Aşkı başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 19.06.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu