Bir ölünün son sözleri: “Senden evvel ölüyorum çok şükür!”
Yaşayan bir ölünün sözleri: “Öleceksek beraber ölelim, birlikte gömülelim.”Birini yeryüzüne defnettiler, diğerini gökyüzüne.
“Sala verilirse bir gün ve senin adın zikredilirse dayanamam ben. Aklımı muhafaza edemem, kendimi tutamam, yaşayamam ben. Ben beni biliyorum Can, ben beni sende biliyorum, edemem sensiz, yapamam asla! Ne zaman bir ölüm haberi duysam iki gözüm iki çeşme olur. Bu kadar hayatıma girmişsin işte. Çıkaramam ben seni, silemem eski bir aşk gibi, unutamam bir yabancı gibi.” dedi Gönül Can’a bakarak.
Can ağlamaya başladı. Ah onulmaz yara, ah ıslah olmaz kada, ah başımıza musallat olan dermansız illet! Söyleniyordu Can, sayıyordu can.
“Ah ölüm, ya beraber al canımızı ya da beni al ondan evvel! Ondan evvel öleyim hiç olmazsa! Ondan evvel gideyim bu dünyadan. Onsuz iki cihan harap gerçi! Onsuz tadı tuzu yok cennetin bile! Onsuz cehennemedir her yer bana. Bu psikoloji yıkacak beni biliyorum, kurtlu bir ağaç gibi içten içe kemirecek ve ufacık bir rüzgârda yere düşürecek bekliyorum. Ah Can, canım olalı ne kadar da ağrıyor yüreğim. Ne kadar da yanıyor yüreğim.”
“Sus!” diyordu Can, Gönül’e. “Yalvarıyorum sus!” diyordu habire.
Gönül susmak bilmiyordu Azrail söyletiyordu belki de.
“Daha yaşanacak onca güzellik var Gönül’üm.” diyordu Can ama kendisi de yaşayacağına inanmıyordu Gönül’ün. “Artık yapacak bir şey yok, son safhaya gelmiş hastalık.” demişti doktor. “Zalim doktor, kötü doktor, ah doktor, vah doktor. Şimdi Gönül ölecek ve sonsuza değin uyanamayacak ha, Can’ım diyemeyecek mesela, aşkım diyen dilleri çürüyecek ha!” Can kafayı yiyecekti bu düşüncelerle.
“Senden evvel ölmek isterim Can.” dedi Gönül. “Senden evvel ölmek isterim çünkü sensizliğe dayanamam. Yapamam ben sensiz, olamam ben sensiz. Allahıma şükürler olsun, şükürler olsun Allahıma.” diye devam ederken Can elleriyle dudaklarını kapadı Gönül’ün “Sus!” dedi “Sus lütfen Gönül.”
Can donakaldı bir an. “Ağzını hayra aç be Gönül!” dedi ardından. “Durup dururken ölmek de nereden çıktı. Daha neler yaşayacağız beraber dur hele. Hem iyileşeceksin ve biz seninle iğde ağaçlarının altında oturup konuşacağız. Saçlarına bir iğde yaprağı takacağım ve iğde kokacaksın.” Gönül sustu. Gönül suskun suskun baktı Can’a. Gönül mırıldandı yine “Senden evvel ölürüm inşallah!”
Yıldızlar kayabilir semadan, bulutlar düşebilir, ağaçlar devrilebilir köklerinden. Her şey olabilir akla uygun olarak. Bir tek sen ayrılamazsın ve gidemezsin benden öteye. Bu akla aykırı bir durumdur. Kalp ihlali olur, aşk kusuru olur. Ne ben senden giderim bir yabancı gibi, ne de sen benden ayrılırsın bir el gibi. Ölüm olsa dahi birlikte gideriz tek can gibi.
Can iyi düşünür ve iyi konuşurdu. Gönül iyi düşünür ve iyi hareket ederdi. Onların ki zamana, mekâna ve tiplerine uygun bir aşktı.
Gönül sustu ama gözleri konuşuyordu. “Ben sensiz göremem, sensiz bakamam, sensiz karanlıkta kalırım. Işığımsın sen.” Can bu kez gözlerini kapadı Gönül’ün. Gönül ateş içinde sayıklar gibi bakıyordu. Ellerini yaktı Gönül’ün gözleri. Gönül dudaksız, gözsüz ve sözsüz kalmıştı. Kapalıydı ama içten içe büyüyen bir hasret vardı. Seslenemiyordu canına. Bakamıyordu kaç saniyedir sevdiğine. Bu olamazdı işte. Onsuz bir ana dahi tahammülü yoktu. Zararda hissediyordu kendini. Onsuz geçen her an ömründen çalınmış bir andı. Onsuz zaman uzuyordu. Azap veriyordu.
Can ellerini çekti Gönül’ün gözlerinden.
Can ellerini çekti Gönül’ün dudaklarından.
Gönül Can’a baktı hayran hayran.
Bu suskunluk iyiye işaret değildi. Gönül bal gibi biliyordu bunu. Kollarını açtı açabildiği kadar. “Gel” dedi “Yiğidim, aslanım.” Can bu davete yok diyemedi attı kendini kollarına Gönül’ün. Onun ferah ve huzurlu kollarında kendini buldu Can. “Sen benden evvel ölürsen ben yaşayamam ki!”dedi Gönül’e fısıltıyla. Gönül kendinden geçti bu söz üzerine, aklını zayi etti, kendini kaybetti. “Ben sana aşığım. Senden ayrı bir dünyaya gidemem ki!” Gönül ayıldı bu söz üzre, renk geldi yüzüne, can geldi tenine. Ölüm öncesi son bir canlanmaydı oysa!
Az vakit sonra…
Gel dediğinde Gönül gidiyormuş meğer.
Gel dediğinde Gönül ölüyormuş meğer.
Bu mutlu bir aşk hikâyesi değil, mesut bir aşk değil, sonsuza değin birlikte yaşanılan bir aşk da değil. Sayılı günlerin Gönül’e söylettiği sözlerden de anlaşılacağı üzre ölümlü bir aşk hikâyesi. Yüreğinden fazlasını veren iki âşıktan birinin sayılı günlerinin kalmasıdır anlattığım. Bir gün erken bir gün geç… Olacak, olması gereken.
Gönül kemoterapi görüyordu.
Saçları dökülmüştü, kaşları kirpikleri…
Duyguları dökülmüştü.
Bakışları…
Harfleri…
Ve aylar sonra… Can perişan bir halde… Can yıkık, harap, viran. Talan edilmiş bütün hisleri, yalan edilmiş bütün sözleri, kan olmuş gözleri. Uzamış saçları tırnakları… Uzamış karanlıkları…
“Senden evvel ölmek isterim.” Ne kadar da fedakârca bir ifade, samimice bir hissiyat, bu cefakâr bir yüreğin işidir, efsunkâr bir kalbin sihridir. Can bu lafı düşündü günlerce, belki de aylarca. Ömrünün karanlığa sarpan sokağında Gönül’ün bu içten duasını anımsadı hafiften gülümsedi boşluğa bakıp. “Beni bırakıp gitmek bu kadar kolaymış meğer!” dedi Can Gönül’ün taze mezarının başında. Bir gül bıraktı üstüne mezarın ve o gülün üzerine çiğ damlalarını saldı gözlerinden Can. Ağladı doyasıya, ölesiye ağladı, kanasıya ağladı.
Paraladı yüreğini hırpaladı sol yanını, çapaladı gönlünü.
Ama nafile, giden geri gelmiyordu öğrendi.
Yokluk kanserli bir hücre gibi yerleşmişti Can’ın beynine.
Gönülsüzlük iflah ve ıslah olmaz bir dert gibi sarmıştı yüreğini…