Kurbanın adı Hülya’ydı.
Ve aşk düştü düşeli yüreğine gerçekten hülyalı bir haldeydi.
Parça parça seviyordu adamı.
Gözleriyle ilk teslim olmuştu. Bir Akdeniz akşamıydı, yazdı… Sahilde göz göze gelmişti. O ilk an yok mu? Dünyalarını verseniz dahi o anın heyecanını hiçbir zaman yaşayamazsınız bir daha! Takılıp kalmıştı gözlerine, asılıp kalmıştı kirpiklerine. Adamın bir yarım nazarı, bir yarım tebessümü alıp gitmişti Hülya’nın aklını başından, Hülya başka hülyalara dalmıştı adamın gözlerinde. Ve adamın gözlerinin sahiline havlu sermişti. Onun gözlerinin yakıcılığıyla bronzlaşıyordu ruhu tunçtan bir heykel gibi. Yanıyordu teni güneş yemiş gibi. Ve aşk bir illet gibi gözlerinden girip bütün bir vücudu ele geçirmişti ansızın.
Hülya’nın ruhu zaten ilk görüşte teslim olmuştu adama.
Adam Hülya’nın ruhunu kabzetmişti.
Ah aşk, bir nüzul gibi tepeden iner, bir kalp ağrısı gibi ansızın gelir, bir bela gibi istemeseniz de gelip sizi bulur.
Adamın gözleri aşkın oklarıyla donanmıştı. Aşk gözüyle bakıyordu. Aşkla bakıyordu her şeye. Bu tesir altında kalan her ne ise yahut her kimse mutlaka o cereyana kapılıyordu. Anlık ya da ömürlüktü bu kapılma ortası yoktu. Tadımlık ya da ölümlüktü bu aşklar. Bu hem iyi bir şeydi hem kötü. Sanki adam hem cezalıydı hem ödüllü. Kime baksa kızılca kıyamet oluyordu aşk meşk oluyordu, bakmasa yaşayamıyordu. Bir yanı cennetti bir yanı cehennem. Bir yanı gül bahçesiydi adamın bir yanı kül bahçesi… Besleniyordu baktığı her şey ve herkesten. Zevk alıyordu yaşamdan bakmasa ölecek denli eriyip yok oluyordu.
Kız adamın gözlerine takıldığı andan itibaren ayağı ökseye tutulmuş bir kuş gibi inlemeye başladı her an.
Aşk kalbe girip yer etmiş sonra dil aracılığıyla ayan etmişti kendisini.
“O gözler kalbime isabet edince
Bir ok misali
Yaralı ceylana döndüm akşamüzeri
Ne yana dönsem o
Ne yana baksam o
Çaresi yok âşık oldum ve
Sevmeye başladım.” diye şiirler yazmaya başladı.
Gözlerin tesiri sözün gücüyle birleşti. Adam konuştuğu vakit akan sular duruyor, esen rüzgârlar esmez oluyordu. Tabiat pür dikkat adama kulak kesiliyordu. Dallarda kurumuş yapraklar dahi düşmüyordu. Böcekler donakalıyordu. Balıklar denizde yüzmez oluyordu, akıl baştan gidiyor, göz hedefinden kayıyor, kalp yerinden çıkıyordu. Bal gibiydi gözleri ve sözleri bal üzeri kaymak gibiydi. Adam konuştu mu dünya dönmez oluyordu, nefesler tutuluyordu, ölenler ölmez oluyordu o an, ağlayanlar ağlamaz oluyordu.
Hülya vurulmasın da ne yapsın şimdi?
Hülya aşka duçar olmasın da ne yapsın şimdi?
Adamın ağzından Abı Kevser dökülüyordu. Avuç avuç içiyordu onu dinleyenler. Bu tattan mahrum kalmamak için damlasını dahi ziyan etmiyordu âşık olanlar. Onun ağzından dökülen her bir damla değdiği yere hayat bahşeden sihirli bir suya dönüşüyordu. Çöle dönmüş bir yürek yemyeşil oluyordu, ağlamaktan bitap düşmüş gözler sevince boğuluyordu, sebepsiz bir mutluluk yayılıyordu âleme, tanımsız bir huzur doluyordu gönüllere.
Adamın elleri ateştendi. Adam baştan ayağa hem bedenen hem ruhen aşkın ta kendisiydi. Bu ifade adamı tarife yeter. Gören herkes anlardı. Zaten bu yüzden ona Aşkın derlerdi.
Gözlerde ve sözlerde başlayan aşk adamın elleriyle yakıyordu dokunduğu her şeyi, sirayet ediyordu anında. Ve söndürülmez yangınlar bırakıyordu gönüllerde. Bembeyaz bir güle dokunduğu vakit gül kırmızıya dönüyordu, ‘kırmızı bir kuştur soluğum’ diyen Cemal Süreya onun ellerini ifade ediyordu aslında. Akşamüzeri denizin üzerinde batan güneş onun bakışını yansıtıyordu kızıl mı kızıl bir halde.
Adam kıza elleriyle bir dokundu kız pişti. Bu Mevlana gibi bir pişmekti.
İkinci dokunuşunda kız yandı: Bu Mevlana gibi bir yanmaktı.
Üçüncü dokunuşundu kız kül oldu.
Aşkın yakması mecaziydi.
Aşkın küle dönüştürmesi hayaliydi.
Hülya artık aşkın elindeydi, zerre zerre onunlaydı. Yele de savursa ele de verse onun mahkûmuydu. Hülya aşk uğruna göz göz olmuştu, söz söz olmuştu. Ve ahirde dağ dağ olup küle dönmüştü.
Aşk kaç kalbi fethetmişti.
Kalplerin tek fatihiydi.
Kalpler ülkesinin tek hükümdarıydı. Zamanın Yusuf’uydu. Züleyhalar onun güzelliğine şahit olduğu andan itibaren gayriihtiyarî elma soyarken ellerini kesmeye devam ediyordu. Ah aşkın cellâdı, aşkın ta kendisi… Aşkın iki yanı keskin bıçağı. Kaç ruhu kesip atacaksın aşkın çöplüğüne! Kaç yüreği daha ateş ateş yakıp atacaksın aşkın külhanisine. Kaç gönlü daha yakıp güle döndüreceksin aşkın gül bahçesinde. Hesapsız, kitapsız, hadsiz bir şeydi aşk.
O tanınmıyordu ama kurbanlar isim isim biliniyordu.
O bilinmiyordu ama onun aşkına uğrayanlar cisim cisim eriyordu.
O aşktı gözlerde ve sözlerde.
Namı yeterdi bir kalbi yakmaya.
Ve aramızdaydı bir göz bakımlık, bir söz duyumluk.
Aramaya kalkmayın sakın.
Ne zaman gözünüze görüneceğine ne zaman kalbinize düşeceğine akıl yürütemezsiniz. Mantığınız almaz onu, alınız idrak etmez.
O aşktı.
Sebepsizdi, mekânsızdı, vakitsizdi.
Bir güle düşen çiğ damlası gibi düşerdi gönlünüze.
Bir cama vuran yağmur tanesi gibi vururdu yüreğinize.
Beklenmezdi.