“Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve "Tadın yakıcı cehennem azabını" (diyerek) o kâfirlerin canlarını alırken onları bir görseydin! İşte bu, ellerinizle yaptığınız yüzündendir, yoksa Allah kullara zulmedici değildir.” (Enfal/51-52)

“Hey gidin başımdan! Gidin diyorum. Siz de kimsiniz? Bedenimden çekiştirmeye çalıştığınız şey nedir? Bırakın beni bırakın!”

Gökten inen sert ve haşin bakışlı melekler, ateşten elbiseler içinde, günahkâr kulu sağından ve solundan kuşatmışlar. Yaşamını, Allah’ın emirlerine inat ve isyanla doldurmuş günahkârın yüzüne ve sırtına kanatlarıyla vururlar.

Gözleri fal taşı gibi açılmıştır. Dönüşü mümkün olmayan yol görünmüştür. Beklemediği ve gelmesini hiç arzu etmediği günle karşılaşmıştır. İşte melekler, yüzüne sırtına vurarak canını almaya gelmişler.

Bakışlarında merhametten eser görünmeyen, siyah yüzlü melek haykırmaktadır: “Tat bakalım inkar ettiğin dünyanın ilk acısını! Nasıl gerçek miyiz, yoksa hayal miyiz?”

“Hayır, hayır bırakın beni! Daha gençliğime doyamadım. Dünyanın zevk ve sefasını yeterince süremedim. Ne olur bırakın, bırakın beni! Daha yeni sevgilimle günümü gün edemedim. Off daha bira bardağım yarım kaldı.”

Siyah yüzlü melek: “Ey günahkâr kul, bilmez misin, insan yalnız yaratılır, toplumsal yaşar ve yalnız ölür. Yaptıklarının hesabı, içtimai hayattan ve Allah’a karşı sorumluluğun muhtevasındandır. Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibaret sana ve senin gibi cehennem yolcularına. İşte geride kald,ı tadını çıkardığını sandığın günler. Kalbi, Allah’a verdiği sözden uzaklaşanların dünyası, cehennem ateşinin odunlarına dönüşmektedir. Bunu göremeyenlere yazıklar olsun…”

Günahkâr kul, acı içinde kıvranmaktadır. Yüzü buruşmuştur. Şah damarı inip kalkmaktadır. Zor nefes almaktadır. Buna rağmen yaşamını özetlemeye çalışır: “Ben bireysel yaşamıma çok önem verdim. Vur patlasın, çal oynasın yaşadım. Sosyal hayatı da kendi bireysel menfaatlerim doğrultusunda yorumladım. Ne yapayım, kendisini sevmeyen ve kendi için yaşamayanların başkalarını sevmesi ve onlar için bir şeyler yapması mümkün değil dediler. Ben de bu sözün sadece kendi menfaatimle ilgili yönünü önemsedim…”

Siyah yüzlü melek: “Peki Allah, peygamber ve din için ne düşünüyordun? Onları yaşamının neresinde görüyordun?”

“Ben de inanan bir insanım. Ama Allah’ı, sosyal ve bireysel yaşantıma karıştırmam. Bu gerici ve yobazların işidir. Allah ve din sadece vicdani bir olaydır. Psikolojik açıdan rahatlamak için gereklidir. Ama benim içkime, şans oyunlarıma, faizime, giyim tarzıma, sosyal ilişkilerime müdahale etmesine asla tahammül edemem. Hepsinin yeri ayrıdır. İçkimi içer, duamı da ederim.”

“Öyle mi al sana al!”
Haşin melek kanatlarıyla tekrar yüzüne ve sırtına vurmaya başladı. “Vicdan diyorsun değil mi? Allah, sizin vicdansız olmanızı mı istiyor ki, Allah’ı vicdandan ayrı tutuyorsunuz. Hem yaşamında gördüğün gibi günahlar, her zaman haksızlığın yaşanmasına neden olur.

Daha geçen gün hatalı sollama yaparak bir ailenin ölümüne neden olduğunda neler hissetmiştin? Söyle bakalım. Hem o günü hatırlarsan alkollüydün. Gördüğün gibi günahın büyük bir haksızlığa da neden oldu. Hem Allah’ın sevgisini kaybettin, hem bir ailenin ölümüne neden oldun, hem hapse girerek kendi aileni üzdün. Ne diyeceksin bunlara söyle bakalım.”

“Şey… Hımm… Üzüldüm!”

“Şimdi daha çok üzüleceksin ve pişmanlıkların da fayda vermeyecektir. Bugün ve sonrasında yaşayacakların hep yaptıklarından dolayıdır. Allah asla hiç kimseye haksızlık etmez.”

Bu sırada gökyüzünden yüzü kapkara ve önceki meleklerden daha sert ve şiddetli bir karaltı süzülmeye başladı. Doğruca günahkârın başının ucuna indi.

Günahkâr titremeye başladı. Ayakları birbirine dolaştı. Gözleri kaydı. Bunun kesin bir ayrılış vakti olduğunu anladı. Artık geriye dönüş yoktu. Nereye kaçsam, nereye sığınsam, diye etrafına baktı. Ama kaçışın mümkün olmadığı bir zamandı, gözleri önüne düştü. Allah’tan başkasının huzuruna gidilmeyecekti. Varılacak tek yer Allah’ın huzuru, hesap mahallidir. Tüm yollar Allah’a çıkmaktadır. Korkunun ecele faydası yoktu. Alnında kocaman terler oluşmaya başladı. Dili, damağı kurudu. Son bir nefesle, zorla:

“Sen, sen…”

“Evet ben, ölüm meleği Azrail’im! Taktir edilen gün, bu gündür. Namazsız bir hayatın, haksızlıklarla dolu bir yaşamın, nankörlüğün, zulmün hesabının görüleceği gündür. Allah’ı yaşamlarından sürgün edenlerin kazançlarının hüsrana dönüştüğü andır. Bu senin öteden beri kaçtığın hakikattir.”

Günahkârı ölüm sarhoşluğu sarmıştı. Artık ne dediğini bilmez bir haldeydi. Gözleri çukurlaşmıştı. Ama hala dünyanın baş döndürücü cazibesinin etkisindeydi. Yoldaşı şeytan yanı başındadır. Ona bir şeyler fısıldadı. Bunun üzerine günahkâr: “Ölmeden önce son derbi maçını seyretsem bari! Sonucunu çok merak ediyorum da…”

İblis, cehennem yolcusuna son golünü de atmıştı. Nefesi derbi maçıyla verilmişti. Nasıl yaşanırsa öyle ölünürdü. Ne önemsenirse, o istenirdi ölüm anında. Derbi maçı, vizyondaki filmler, diziler, içkiler, para, kadın, makam, modeli yüksek araba, şan şöhret hepsi ebedi gibi görünüyordu. Gözleri, dünya süsüyle boyananlar, ölüm anında kedere boğuluyordu. Allah, hiç akla gelmiyordu. Peygamber ise tanınmayan bir kişi olarak değerlendiriliyordu. Çünkü kalbinde idol olanlar hep sanatçılar, sporculardı. Peygamberleri tanımayanlar, yabancı artist, aktris,  olmak üzere çeşitli sanatçı ve sporcuların isimlerini sayabiliyorlardı. Magazin kültürü yaşamını bir bütün olarak kuşatmıştı. Manevi değerler, antik eserler müzesinin sergisindeki eskiyi anımsatan nostalji gibi geliyordu. Ama şimdi, o yok saydığı ve gelmesini hiç hesaba katmadığı ölüm tam karşısındaydı.

Ölüm, günahkârın şah damarından daha yakındı. Ölüm meleği, Allah’ın izniyle günahkârın canını aldı; “Ey dünya menfaatiyle, iblis yoldaşlığıyla kirlenmiş nefis! Çık, çık bedeninden ve Allah’ın azabına gel!”

Azrail, o kapkara yüzüyle ona yaklaştı. Günahkâr, soluğunu hissediyordu. Kanatlarını boynuna doladı. Sıktıkça sıkıyordu. Gözleri kocaman oldu. Bedeni bir inip bir kalkıyordu.

Gökteki yıldızlar bir bir dökülüyordu. Dağlar ayaklanmış, bir yün yumağı gibi savruluyordu. Denizler tutuşmuş, ateş çukurlarına dönüşmüştü. Yer sarsıldıkça sarsılıyordu. Arz alt üst oluyordu. Korkunç bir zelzele kuşatmıştı günahkârın bedenini. Gözlerinin feri sönmüş, hayatı karanlığa gömülmüştü.
Her ölüm, ölenin kıyametiydi.

Kapanan gözlerinin aralığından, geçmiş yaşamı bir film şeridi gibi akıyordu. Ana babasına isyankar tavırları, diskotekteki çılgınlıkları, şans oyunlarına aldanışları, trafik kurallarını ihlal ederken yaptığı kazalar, sebep olduğu ölümler, arkadaşlarıyla kafa demleme adına bira içtiği anlar, rüşvet alırken pis pis sırıtışı gözlerinin önünden geçti. Yanında çalışan işçilerin hakkını geciktirmeleri ve küçük çocukların masum bakışları bir yumruk gibi indi yüreğine. Hele bir defasında bir yetimin malına hileyle el koyuşu şimdi dilini lal etmişti. Allah adı bir türlü dudaklarından dökülmüyordu.  Son olarak içten bir “ah!” çekerek gözlerini kapadı.

( Cehennem Yolcusunun Ölüm Anı başlıklı yazı SeyitAhmetUzun tarafından 5.07.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.