Bir varmış, bir yokmuş; sonra hep yok olmuş…
Vakti zamanında aşkın iskânı dilden dile dolanırken ve düşe düşe biçare düşmüşken aşk âşıkların gözlerinden, bir çift göz görmüş bizim delikanlının gözleri. Daha sonra görmez olmuş hiçbir şeyi…
Bizim delikanlı, sokakların sessizliğini delen ney’i ile bir o yana, bir bu yana sanat yağmurları yağdırırmış kurumuş gönüllere. Adı Bedri olan bu delikanlının adındaki anlam yüzüne yansımıştı sanki ay gibi parlayan yüzüne... Bedri yine İstanbul’un sanat köşesinde sergilerken marifetlerini kendi dünyasındaki salaş musikiden kafasını bir an kaldırınca ona hayran hayran bakan bir çift gök mavisi gözle karşılaşmıştı. Genç ve güzel kız ney sustuğu an konuşmaya başladı ve o an bambaşka bir tını eşlik etmeye başlamıştı bizim delikanlının sessiz dünyasında.
— Merhaba! Ben Hayal. Çaldığınız şarkılara bayıldım, sizin adınız nedir?
Bedri, beklide hayatında duyabileceği en güzel ses tonuyla en güzel cümlelere sahiplik edecekti; eğer kulakları bu sesleri işitebilseydi… Halbuki o yalnızca kendine hayran hayran bakan gözlerin ve kendisine bir şeyler anlatmaya çalışan kızın büyük bir çabayla ağzını oynatışının farkındaydı. Kız bir süre şaşkın bakışlarla genç adamı süzdükten sonra uğradığı düş kırıklığıyla şansını bir kez daha denedi:
-Şey… Rahatsız etmiyorum değil mi?
Delikanlı büyük bir gayretle genç kıza cevap vermek istiyor ama gözlerinden gözlerini ayıramadığından dolayı dudaklarını okuyamıyordu. Bir anda donup kalmıştı sanki. Gök mavisi gözlerinden yıldırım düşüvermişti işte gözlerine bir kere…
Kendini toparlayıp beden diliyle “merhaba !” dedi ve büyük umutlarla kızın ağzından çıkanları okumak için hazırladı kendini. Fakat bu sefer düş kırıklığına uğrama sırası kendindeydi.Bedri’nin engelli olduğunu fark eden kızın ağzından şu cümleler dökülmüştü :
- Aaa ! Çok affedersiniz benim gitmem lazım.
Delikanlı kitaplardan okuduğu aşkı ilk kez yaşıyordu beklide. Ama neye yarar? O nasıl kızın ağzından çıkan sesleri duymuyorsa kız da bu sessiz adamın kalbinde yankılanan çığlıklardan bir haberdi. İşte, birkaç dakika içerisinde hayatının kadını statüsüne giren kız koşar adım uzaklaşıyordu kendinden.
O da en iyi bildiği şeyi yaptı ve neyine üflemeye devam etti. “Bu dünyada sağırlara aşk yaşama fırsatı verilmiyor!” diye isyan ederken içten içe bir an düşündü, hangisi sağırdı acaba? “Ben duyanlara sağırdım, o duymayanlara...Aslında o kadar çok sağırdık ki biz sevgiye...Sonunda yitik, bitik ve sağır aşkın sessiz senfonisi yankılanmıştı çeşitli ensturmanlardan. ” diye düşünürken birden durdu, kafasını gökyüzüne çevirdi. Tekrar kızın gözlerini görür gibi oldu. Dere yatağına inşa ettiği hayalleri başına yıkılmış şekilde daha acıklı çalmaya başladı. Öyle acıklı çalmaya başlamıştı ki gök bile dayanamamış ağlamaya başlamıştı, kararmıştı gökyüzü. Hayatında bir kez gördüğü, adını bile bilmediği kız için gözlerinden süzülen yaşlara kendi de bir anlam veremiyordu. Bir süre yağmurun gözyaşlarını temizlemesine izin verdi. Sonra ruhunda hapsolmuş tüm sözleri ney ile gün yüzüne çıkarmaya devam etti ve kafasını bir daha kaldırmamaya yemin etti.
Büşra SÜRME