İsmim ne mi? Çok küçükken, babamın kulağıma ezan-ı şerifin ardından Melek diye seslendiğini söylediler. Melek. Masum. Günahsız. Mutluluğu hak eden kız. Pirüpak. Melek diye seslendiler çocukluğumda da. Annemin dilinde name olmuştu ismim. Abimin dilinde külfet. Babamın yüreğinde sıcacık bir tebessüm idim ki her çağırdığında yüreğinin atışlarını hissederdim.
"Melek kızım!"
Ağrı'nın meleğiydim belki. Ağrı dağı, bana bakar, ben Ağrı dağına bakardım çocukken. Sorardım, "kim daha temiz" diye. Ağrı dağı hicap ederdi çocukluğum karşısında. "Sen masumsun" derdi adeta.
Çoğu gece annemin anlattığı o güzel, sonu kah mutlu, kah hüzünlü biten masalları dinler, uyumuş numarası yapardım. Çocuktum işte. Oturur sonra simsiyah feracenin üzerine serpilen yıldızları seyreder. Sayabildiğim kadar sayardım. Yarı Türkçe, yarı Kürtçe. Fark etmezdi ki hangi dille saydığım veya hangi yıldıza baktığım. Mutluydum işte. Görebildiğim kadar yıldıza bakmak beni mutlu ediyordu. Bazen onların ışıltısına gıpta ediyordum. Sebepsiz. Ama heves ediyordum işte, var olmalarına ve ışıklarına.
Büyüdüm. Tıpkı babamın bahçeye ektiği fidanlar gibi, serpildikçe serpildim. Yürüdüm ve yürüdükçe yoruldum. Var olmanın ne elem verici olduğunu gördüm. Ağrı Dağı'na bakıyordum bu kez, ama o bana bakmıyordu. Ne sorduğum ile ilgileniyor, ne de soru sormama izin veriyordu. O da suskundu, ben de. Annemde suskundu, babam da. Bir şeyler değişiyordu. Değiştikçe, ben yok oluyordum.
On altı yaşında bir kız çocuğuydum. Adım yok benim. Vardı, ama unuttum. Sır oldu. Yok oldu. Tıpkı Ağrı'nın üzerine serpilen kar gibi, eridi, uçtu ve kayboldu. Azıcık bir acıda siliniverdi. Artık yıldızları saymama izin vermiyorlardı. Kürtçe yoktu, Türkçe'de. Kaybolan bir mefhumdum. Bulmalarına izin yok.
Bir eve gönderdiler beni. Çocuk aklım. Bir kaç ay kalıp, gerisin geri evime gideceğimi düşündüm. Ama yanılmışım. "Koca" yaftasını yakıştırdıkları bir adamın yatağına attılar. Tıpkı hikâyesiyle büyüdüğüm Yusuf Peygamber gibi fırlattılar beni kuyuya. Hemde kulağıma ismimi fısıldayan babam, ismimi her zikrettiğinde diline name olan anam ve beni külfet gibi taşıyan abim. Üzerine bir de adet ve gelenek/görenek yaftasını yakıştırdılar. Tıpkı Yusuf'u kurt yedi diyen kardeşleri gibi. Usulca düştüm kuyuya. En dibe. Git gide bulanıklaşan suya. Önce ayaklarım battı. Sonra yavaş yavaş gömüldüm suya.
Ta ki karnımda bir bebeğin hareketlerini hissedene kadar. Çocukları bilirdim. Küçükken kabaklardan oyduğum bebeklerim vardı. Onları zevkle taşırdım kucağımda; ama karnımdaki kadar canlı değildi. Küçük yavrum kuyunun tepesinde bana ışık oldu, el oldu, yordam oldu. Gel gelelim ki yavrumun doğmasına da izin vermediler. Attılar sokağa. Ne kayınvalidem, ne kayınbabam ne de yattığım yatakta depreşip duran kocam, hiç biri de acımadı ne bana ne de karnımdaki sabiye.
Ağrı'nın -30 derecesinde karların üzerinde doğdu yavrum. Ama hayat onun yaşamasına izin vermedi. Yaşayamadı. Öldü. On sekizimde iki evlat sahibi daha oldum; ama hiç biri -30 derecede doğan civanımı unutturmadı.
En nihayetinde gittim babamın evine, baktılar halime, koruyup, kolladılar beni. Ama mahalle baskısına daha fazla dayanamayıp tutturdular elime bir bohça ve bir avuç öğütle yolladılar beni kocamın evine. "Bu kez her şey farklı olacak" dedi annem. "Sen geçim ehli ol kızım."
Evet, bu kez farklı olmuştu her şey. Bir tuvaletin borularına zincirlenmiştim çırılçıplak. Anamdan doğduğum gün kadar ak. Babamdan duyduğum isim kadar berrak. Ya sonra mı? Aç bırakıldım. Tam otuz kiloya düşene kadar. Belki sokakta dolaşan köpek bile reva görülmezdi görüldüğüm onca şeye, eziyete. Namustur deyip yollayan ailem silindi hatırımdan. Her şey... Saydığım yıldızlar, Türkçe, Kürtçe isimler hepsi ama hepsi gökten düşen bir yıldırım gibi parçalandı zihnimde. Geriye ne kaldı biliyor musun? Oynayamadığım oyunlar, süsleyemediğim oyuncaklar, düzeltemediğim yatağım, en acısı da geriye hayallerim kaldı. Küçük ama umut dolu hayallerim!
(
Ağrıda Bir Melek Öldü başlıklı yazı
Galip Argun tarafından
30.07.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.