Babama hayat hikayeni her anlat
deyişimde, annemle evlendikleri tarihten başlardı. Her anlatışı ayrı bir tat
verirdi bana.Dinlerken gözlerimi gözlerinden alamıyordum... H
ele dudakları her kıpırdayışında tarifi
anlatılmaz bir heyecan yaşıyordu.
Yanakları tıpkı çocuklar gibi kızarır, saflığın
verdiği o güler yüzlülük her tarafına ilmek ilmek dağılırdı ve ben çok
etkilenirdim bu duygu selinden... Çünkü annemi ne kadar çok sevdiğini ve onun
için ne kadar değerli olduğunu an ve an yaşıyordum. Anlatmaya başlayınca da hiç
bitmesin bu hikaye hiç son bulmasın isterdim...
Yine mart yağmurlarının sel olup taştığı,
evlerin barkların virane olduğu ve içinde yaşayan hikayelerin hüzünle
sonlandığı
bir mevsimin henüz başlangıcını yaşıyordum.
Karadeniz bölgesini herkes bilir. Her yıl baharla
birlikte ne kadar çok yağmur düştüğünü ve bu yağmurların tesirinde oluşan sel
baskınlarını... Onlarca evi haritadan silip süpürdüğü gibi onlarca hikayeyi de
yitik bırakır.
Bu hikayelerden birini de ben yaşadım... İnanın
yazarken ellerim titriyor sanki takatim kırılacak gibi oluyor. Yazının kimi
bölümünde ağlamaklı oluyor, bırakmak zorunda kalıyorum. Sonra kendimi toparlayıp
yeniden yazıyorum.
Babamla ahşap yapılı evimizdeyiz. Her akşam
olduğu gibi bu akşamda yemeği ailecek yedik. Yemekten sonra annem çaylarımızı
getirdi. Bu arada annemin ne kadar hamarat biri olduğunu söylemeliyim... Bildim
bileli her yemekten sonra daha yediğimiz midemizde soğumadan çayımızı önümüze
getirir,"afiyetle için" der, işine kaldığı yerden devam ederdi. Babamın onu ne
kadar çok sevdiğini bakışlarından, renginin bukalemun gibi değişmesinden
anlıyordum... Yani bir şey söylemesine gerek yoktu. Davranışları ve hisleri zaten
kendini ele veriyordu.
Sıcacık çayımızı yudumlarken "baba hadi bir daha
anlatsana" dedim "annemle tanışma hikayenizi"
Birden babamın içine tarifi anlatılmaz bir
heyecan giriverdi. İyice kuruldu ahşap yapılı kerevitte. Derin bir nefes
aldı, sonra yüzünde o enfes heyecan oluşuverdi.
"Sene 1961, o yıllarda iş için Amerika’ya
gitmem gerekiyordu. Annemin elini öpmek için yanına gitmiştim. N
erden bilebilirdim ki hayatımı değiştirecek
kadını orada göreceğimi. O an onu karşımda görünce gözlerim sanki saatlerce ona
asıllıymış gibi kaldı... Nedense gözlerimi alamıyordum ondan ve o günden sonra
annenle bitmesini hiç istemediğim hikayemiz başladı. "
Bizim zamanımızda diye söze girerdi hep, "Bizim
zamanımızda telefon yoktu, gezip kaffelerde el ele olma şansımızda yoktu, çünkü
kaffe yoktu.
Büyüklerimiz aracı olur fikrimizi öğrenip kız
isteme faslı başlardı. Benim tek annem vardı, ona yalvardım 'bu kızı bana isteyin' dedim, kısmetmiş ve evlendik. Aylar sonra ben askere gittim. Malum askerlik yirmi
dört ay elden bir şey gelmez.
Erzincan’a doğru yola çıktım, aklım annenizde
kaldı. Asker ocağı evli erkekler için bir başka zordur. Bir yılı geride bıraktım
izine geldiğimde güzel mi güzel bir kızım olmuştu,ne çok sevinmiştim sen
doğarken... Annenin bana verdiği en güzel eserdi."
Babam anlattıkça "vay be aşk bu, sevgi böyle bir
şeymiş" der, hayretle dinlerdim… Aynı yastığa elli üç yıl baş koydular, bir
birlerini üzmeden incitmeden yarım asır dile kolay.
Ölümünden bir ay önceydi.’’ kızım ölmekten
korkmuyorum annenden ayrılmak var ya!!’’ dedi, gerisini getiremedi kelimeler
sanki içinde yok olup gitmişti. İçine doğmuş gibi konuştu .Bir an
sustu.Yüzünde ve bakışlarında o ana kadar görmediğim bir hüzün vardı.
Babamla dolu dolu üç gün geçirdim. En son onunla
çayımızı içtikten sonra kendi elimle yaptığım iki fincan kahve içtik. Sonra
işlerim dolayısıyla memlekete geri döndüm.
Bilemezdim kendi elimle yaptığım kahvenin son
kahve olduğunu...
Nasip olmadı bir daha yapmaya...
Sabah siren sesleriyle uyandım. İnsanlar bir
yerlere doğru koşuyordu. Ne olduğunu anlamam uzun sürmedi.
’’ Sel geliyor evleri
boşaltın anonsu vardı.’’
Bizim ev bom boştu.
Babam acile kaldırılmış annem başka
hastanede, çaresizliğin nasıl olduğunu gördüm… Yaşanan dehşetti ve ben saniye saniye
yaşadım.
Görevliler koşturuyor, "evlerinizi boşaltın" diye, bağırıyorlardı. Tam bir can pazarı yaşanıyordu.
Bu sefer Çarşambayı değil Bafra’yı sel alıyordu.
Gelen bir telefon dünyamı başıma yıkmaya
yetti. Babamı kaybetmiştim.İ
nanmadım, inanamadım.
Ölüm babama yakışmıyordu…
Akşama doğru cenazesini getirdiler.
Annem; ‘’ben kocamı değil kardeşimi, anamı,
babamı, arkadaşımı ,oğlumu beni hayata bağlayan dayanağımı kaybettim’’ diyordu. Saatlerce dövündüğünü hatırlıyorum.Kısacası s
özün bittiği yerdi…
HANİ O BÜYÜK AŞK NE OLDU BABA?
NASIL BIRAKTIN ANNEMİ?
KİMLERE BIRAKTIN BİZİ?
VE YIĞINLA SORU İŞARETİ ARKANDA GİZLENDİ BABAM.
KEŞKE ŞU AN YANIMDA OLSAN
VE HİKAYENİ BİR DAHA ANLATSAN NE OLURDU
GÜZEL BABAM,
VE BIKMADAN SENİ DİNLESEM
DİNLESEM DİYORUM,
ÇÜNKÜ
SENİ ÇOK ÖZLEDİM BABA
BU YÜZDEN
HER GECE SENİ ANIYORUM İÇTİĞİMİZ SON KAHVENİN
TELVESİNDE..
( Ölüm Sana Yakışmadı Baba başlıklı yazı GamzeYAĞMUR tarafından 7.10.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. ) Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.