Ne soğuğu severim ne de hava soğukken yağan yağmuru. Ketum bir ruh hali sarar beni. Kar yağdığında bu ruhsal halim tamamen değişir. Tüm kadınlığımdan sıyrılıp masum bir çocuğa dönüşürüm. Karda attığım her adımda ya da kara her dokunduğumda; siyah, beyaz ve gri renkler içinde minnacık ellerimi ve ayaklarımı görürüm. Çocukluğumun geçtiği yıllara geri dönerim. Çantamdaki ruj birdenbire lolipop şekere dönüşür. Karın sınırsız beyazı yanında görebildiğim tek renk ise şekerimin çocuksu kırmızısıdır.

 

 

 
Kışları kısa, yağmursuz, ılık ve bol karlı bir ülke varmış. Bir kitapta okumuştum. Yılın bir kaç ayı kalıp karla oynayabileceğim huzurlu bir yer olurdu benim için. Neresi olduğunu öğrenir öğrenmezde göçmenlik için başvuracağım. Kim bilir belki de kız çocuklarından herhangi bir belge istemezler. Ama mutlaka bahar mevsimi gelmeden gitmeliyim.
 
 


Baharla başlayan güzel günlerde içimdeki kız çocuğu yavaş yavaş kozasına çekilir. Karlı geçen birkaç ayda, çok oynamaktan yorgun düşmüştür. Uzun bir uykuya ve de dinlenmeye ihtiyacı vardır.
 


O uykusuna çekilirken, içimde başka bir Ben uyanır. İçi kıpır kıpır, yüzü ışıl ışıl. Dudaklarından gülümsenin eksik olmadığı, hayatına kendi ışığını katan bir Ben’dir bu. Yalnız, her bahar Aşkı bulamaz. O’na gelmesi için seslense bile, Aşk fısıldar ılık rüzgarla ve der ki: “ Geçen sefer beni çok yordun. Bir süre sana uğramayı düşünmüyorum. Huzura ihtiyacım var.”
 


Bazen Aşk birkaç bahar uğramaz… Ben ve içimdeki ışıl yüzlü kızla beraber sabırla bekleriz; kimi zaman heyecanla, kimi zaman hüzünle. Ne zaman umutsuzluk dokunsa omuzlarımıza, el ele sesleniriz Aşk’a: ”Geleceksen erken gel, yaz bitmeden, kız çocuğu henüz uyanmadan. Yoksa seni fark edemem “. Tüm bu seslenişler iç yakan bir ezgi olur ve yükselir göğe. Hüzün asılı kalır dudak kenarlarında.
 


Ama bir de vakitlice gelmişse… Bulunduğu yere iyice kurulmuş olan hüzün bir tokatla kovulup yerine o tokadın sahibi gülümseyiş geçer.Tahtına kurulmuş ve o tahtı ölünceye kadar kaybetmeyeceğinden emin bir kraliçe edasında hem de. Arsız bir mide sancısı da bu kraliçenin soytarısı gibidir. Kıpır kıpırdır içeride ve tatlı bir sıcaklık yayar bulunduğu yerden tüm bedene. Bir de şatafatlı, büyük kanatlı Zümrüt-ü Anka kuşu vardır ki, yüreğe yerleşir; kanat çırpışlarının hızına o zavallı yürekçik bile yetişemez.
 


 Baharda Aşk’ın elinden tutmak, çiçekli tepelerde koşmak, bulutlara uzanıp, suyunun tadına varmak, gökyüzüne asılmak, ılık yağmur altında erimek... O kadar çok yapacak şey vardır ki çiçek mevsiminde, Aşk’la.. Hayat bu kadar eğlenceliyken kış ertesi bu güzel mevsimde; aşık olduğum zamanlarda hakkım olan dört mevsimin hepsini bahar olarak yaşamak isterim.
 


Yaz başlayınca öncelikle içimdeki olgun kadın uyanır. Müthiş güzel ve alımlıdır. Bahar mevsimlerinde gelen yerinde duramayan kıza göre ayakları daha sağlam basar aşka. Aşkla beraberliğim yazları sürprizlerle doludur Bunlar kendi kendime hazırladığım ama ne olduğunu bilmediğim sürprizlerdir. Bazen bu paketten güzellikler çıkar… Açtığımda, yazın sıcaklığını kemiklerimde hisseder , içimdeki Aşk’la iyice yoğunlaşırım. Sonrasında; kulaç atarken serin lacivertlerde bir gece öncesini düşünüp yüz kızarıklığımı saklarım, içimdeki Ben’den bile… Yazın en heyecanlı tarafı ise Aşk’ın arkadaşlarıyla buluşabilmektir. Bunlar kumsal ve denizdir. Bizi hiç yalnız bırakmayan kadim dostumuz Ay’ı da anmak gerekir tabii ki.
 


Bazen bu paketten kendime hazırladığım kötü sürprizler çıkar. Baharın yorgunluğunu taşıyamayan ben, yeni uyanan alımlı Ben’le beraber; yazın sıcağında buharlaşıp giden duygularımızı hiçbir şey dahi hissetmeden ve düşünmeden seyre dalarız. O kadar sıcaktır ki, ayrılmak için bile en azından soğukların kapıyı çalmasını bekleriz.
 


Aşkı yaşarken zaman kavramı yoktur içimde... Bazen bir yaz mevsimi birkaç yıl sürer. Baharım onlarca yıl... Mevsim değişikliğim uzun aralıklarla olur. Siz her yıl dört mevsim yaşadığımı sanırken, ben bir mevsimde yılları yaşarım... Yeter ki aşk bana dokunsun. Yeter ki dokununca bırakmasın.


BANU ULUDAĞ
 
 
 
 
( Dört Mevsim Aşk Ve İçimdeki Benler başlıklı yazı Banu Uludağ tarafından 28.10.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu