Hayatta her şeyin bir başka ’şey’ sebebiyle oluştuğu mantığı, çevremize
alışkanlık gözüyle bakmamıza yol açıyor. Bu bakış açısıyla oluşan ülfet,
birçok insanın gaflet içinde yaşamasının önemli sebeplerinden biri.
Sebepler,
Allah’ın sonsuz gücünü kavramamız yönüyle çok önemli. Rabbimiz hem
yarattığı olayları, hem de sebepleri her an kontrolü altında tutuyor.
Kur’ân’da, gölgeyi yarattığını ve ardından güneşi ona sebep kıldığını
bildiriyor:
’Rabbini görmedin mi, gölgeyi nasıl uzatıvermiştir?
Eğer dilemiş olsaydı onu durgun kılardı. Sonra biz güneşi ona bir delil
kılmışızdır. ’(Furkan Suresi, 45)
Yukarıdaki âyet gerçekte büyük
bir sırrı içeriyor ve insanın hayata bakışını değiştiriyor. Bu âyetteki
hakîkati kavramak, hayatı kavramaktır. Benzer şekilde Enfal Sûresi’ndeki
bir âyette de Allah, olacak olanı gerçekleştirmek için bir başka olayı
delil kıldığını haber veriyor:
Hani siz vadinin yakın kenarında,
onlar uzak yamacındaydılar, kervan ise sizden daha aşağıdaydı. Eğer
sözleşseydiniz, kaçınılmaz olarak sözleşme yeri (veya konusu) hakkında
anlaşmazlığa düşerdiniz; ancak Allah, olacağı olan işi gerçekleştirmek
için (böyle yaptı). Böylece, helak olacak kişi apaçık bir delilden sonra
helak olsun, diri kalacak kişi apaçık bir delilden sonra hayatta
kalsın. Şüphesiz Allah, gerçekten işitendir, bilendir. (Enfal Suresi,
42)
Gerçekleşen bir olay karşısında sebep sistemi gereği, "bu
sebepler bu sonucu yarattı" diye düşünürüz. Oysa âyetteki ifadeden
açıktır ki, aslında bu sonuç için bu sebepler yaratılmıştır. Sonucun,
sebeplerin eseri olduğunu iddia etmek, bilerek ya da bilmeyerek Allah’a
şirk koşmaktır. Çünkü hiçbir sebep yapamaz, yaratamaz, gökten su indirip
ölü toprağı diriltemez, rızık veremez.
Tüm bunları yapan;
gökleri ve yeri zeval bulurlar diye her an kudreti altında bulunduran,
göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş kuşları boşlukta, devasa gemileri suda
batmadan tutan sonsuz güç sahibi Rabbimizdir. Ancak yerçekimi, suyun
kaldırma kuvveti gibi tabiat kanunlarını, bu durumlara sebep kılmıştır.
Bediüzzaman,
sebeple¬rin sadece İlâhi kudretin tecellisine bir perde olarak
yaratıldıklarını, bir sonucu yapabilecek hakikî etkileri bulunmadığını,
hakikî tesirin yalnızca Vâhid ve Ehad olan Allah’a ait olduğunu sıklıkla
ifade ediyor. Şöyle ki;
"...bütün zâhirî sebepler, yalnız birer
perdedirler; îcadda da hiç tesirleri yoktur; emir ve iradesi olmazsa,
hiçbir şey, hatta hiçbir zerre hareket edemez." (15. Şua)
Her
şeyin sebeplere bağlı gibi yaratılmasındaki hikmetlerden biri sürekli
imtihan olmamız. Hem Allah’ın yarattığı olaylarla hem sebeplerle hem de
gösterdiğimiz ahlâk ile sınanıyoruz. Olaylar sebepsiz olarak
yaratılsaydı, imtihan ortadan kalkardı. Allah, oluşan her mucizeyi
aklımızın kabul edeceği şekliyle yaratıyor. Bediüzzaman, yaşanan her
olayda iki sebep olduğunu ifade ediyor. Biri zâhirî, diğeri hakikî
sebep. Hakikî sebep, olacak olan sonuçtur; kader-i İlâhînin
tecellîsidir.
Zâhirî sebepleri ise Bediüzzaman şöyle tefekkür
ediyor: "Ey sebepler dairesinde meydana gelen işleri, hadiseleri
sebeplere isnat eden gafil, cahil! Mal sahibi zannettiğin esbab, mal
sahibi değillerdir. Asıl mal sahibi, onların arkasında iş gören kudret-i
ezeliyedir. Onlar ancak o kudretten gelen hakiki tesirleri ilan ve
neşretmekle muvazzaftırlar... Yalnız gafil ve cahil olanlar hadiselerde
ve vukuattaki hikmetleri, güzellikleri göremediklerinden, Cenab-ı
Hak’tan şekvâ ve şikâyetlere başlarlar. İşte o şekvâ ve şikâyetlerin
hedefini değiştirmek için esbab(sebepler) vaz’edilmiştir."
Allah
dileseydi her şeyi sebepsiz olarak da yaratabilirdi. Ancak sebepler
yaratır ki, bizlerin aklımıza uygun olsun. Biliriz ki imtihan dünyasında
sebepler bizim içindir. Biz O’nun yarattığı sebeplere sarılır, fiilî
dua mahiyetinde Rabbimizin kapısını çalarız.
Kur’ân’ın
yukarıdaki ve benzer âyetleri, sonucu sebebin meydana getirdiği
yanılgısından bizi kurtarıyor. Her şeyi, Rabbimizin benzersiz sanatı ve
sebebe bağlı olmadan yarattığı mucizesi olarak gö¬rebilmek bizi şirkten
alıkoyuyor.
“Sebep ile sonucun birbirlerini etkileyemedikleri
anlaşılınca aralarında öyle bir manevî me¬safe açılır ki, bu uzun
mesafede Rabbimizin İlâhi isimleri bir yıldız gibi tulû’ eder(doğar)"
diyor Bediüzzaman ve bu muhteşem ’görüntünün’ nasıl gerçekleştiğini de
şöyle açıklıyor:
‘Size ve hayvanlarınıza rızkı yetiştirmek için su,
semadan geli¬yor. O suda, size ve hayvanatınıza acıyıp şefkat edip rızık
yetiştirmek kabiliyeti olmadığından; su gelmiyor, gönderiliyor
demektir. Hem toprak, nebatatiyle açı¬lıp, rızkınız oradan geliyor.
Hissiz, şuursuz toprak, sizin rızkınızı düşünüp şefkat etmek
kabiliyetinden pek uzak olduğundan, toprak kendi kendine açılmıyor,
birisi o kapıyı açıyor, nimetleri ellerinize veriyor… Hem otlar, ağaçlar
sizin rızkınızı düşünüp merhameten size meyveleri, hububatı
yetiştirmekten pek çok uzak olduğundan, âyet gösteriyor ki, onlar bir
Hakîm-i Rahîm’in perde arkasından uzattığı ipler ve şeritlerdir ki,
nimetlerini on¬lara takmış, zîhayatlara(canlılara) uzatıyor.’ İşte şu
beyanattan Rahîm, Rezzak, Mün’im, Kerîm gibi çok esmânın
matla’ları(doğuş yerleri) görünüyor."(25. Söz)
Her olay için
sebepleri en ince ayrıntılarla oluşturup, aklımızın kabul edeceği
kurallar zinciri içinde ve hikmetle yaratan Rabbimiz, dilediği her şeyi,
dilediği anda ve dilediği gibi yaratmaya gücü yetendir. O, yaratandır,
bilendir!
“Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini
yaratmağa kadir değil mi? Elbette (öyledir); O, yaratandır, bilendir.”
(Yasin Suresi, 81)
Fuat Türker
(
Sebep Ve Sonuç Arasındaki İlahi İsimler başlıklı yazı
fuatturker tarafından
3.11.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.