dilimle dilin arasındaki tüm boşluklar yurduma gebe
düşbaz bir uygarlığın sancılı kalıntılarından
soldaş bir gömlek geçiriyorum yüzüne
tebessüm ettiğim şehirde yakılır sıvası dökülen şiirleri
dudaklarını kanatırcasına ısırır Ahmet Telli.
bir şair dalgakırana sigarasını yaktırır
ki biz boğazımıza kadar batmışız zaten denize
ve üzgünüm geçmeyecek bu ıslaklık hiç bir ateşle
çökmüş gölgem mi vuruyor güneşe
cebimdeki hasretinle
hangi duvara çarpsam hırsımı ölümene
beton bir duvarın önünde
zaten yırtılıyordu gece
küçük bir düşün çocuk bedeniyle
yüzüm yüzüne hece
yüzüm diline.
sınırda çok sesli bir sessizlik
sınırda çok omuzlu bir yolculuk
sinirde közlenen bu düş
bu ağıt
bu zulüm.
aynı göğün toprağını ıslatıyor bir çocuk düşüyle
beyaz güvercinler büyütüyor;
diğeri şımarık gülüyor ekranda
elinde yeni aldığı pabucuyla.
bu gömlek bile sırıtıyor ölüme Allah ım
Yılmazım da aynı yerde yatıyor
yarası bu hüznün altında kalmıyor
tek tek ayırıyorlar serçeleri göğsümün avlusundan
minik kanatlarını ökseliyorlar
yerinden yurdundan ediyorlar
/ben bile bilmem kaç tanesini kırlangıçlara heba etmiştim/
ama onları bile çok özledim.