Hayatın aşklarını hayatın ayrılıklarını..Hayatın neşelerini hayatın üzüntülerini..Hayatın varlığını hayatın yokluğunu…Hayata dair her şeyi yaşamış ve hayatın son demlerinde olan iki yıllanmış çınardı Fikri ve Fikriye çifti.Hayat,bu iki yaşlı çifte sorulmalıydı.Ne de olsa onlara verilmiş bir hayat tecrübeleri vardı.Bu iki çiftin,bizatihi Fikriye Hanım’ın genç evli çiftlere söylediği meşhur sözler vardı,herkesçe bilinip yerine getirilmeyen:

                   “İlişkiyi ayakta tutmanın en önemli yolu,kanlı bıçaklı da olunsa kesinlikle yatağa küs girilip günün bitmemesi.Biz,böyle geldik bugünlere.”

 

                  Hiç sıkılmadınız mı hiç bıkmadınız mı ve aşk her zaman canlı kalır mı gibi sorulara da yine Fikriye Hanım o meşhur cevabını veriyordu:

                  “Birbirimizden sıkılsaydık birbirimizden bunalsaydık bugünlere gelmezdik.Aşk,canlı mıdır değil midir bilmiyorum ama belli bir müddet geçtikten sonra evliliklerde çiftler ne bileyim birbirlerinin her şeyi oluyorlar.Genç yaşlarda da öyle.Ne bileyim bir kardeş mardeş duygusu gibi duygular bu ihtiyarlık yıllarında beliriyor.İnanın bunu yaşayacaksınız.”

                   Amiyane tabirle edi ile büdü televizyon seyrediyordu.Daha doğrusu televizyon onları seyrediyor,bunlar her günkü muhabbeti yapıyorlardı.Bu muhabbet şimdi içinde geçmişin şimdisi muhabbetiydi.İki evli kız evlatları vardı.Dörtte torunu…

                   “Çocuğu uyuttun mu hanım?”

                   “Şiş,ses çıkarma!Çocuklar uyancak şimdi.”

                   “Ne yapsam kabahat yahu!Ben çıkıyorum bahçeye.”

                     Bahçeden bir kız çocuğunun bağırış ve haykırış sesleri gelmeye başlıyordu.Fikri Bey,anahtarla kapıyı açıp evine kulaklarını çektiği yedi yaşlarında kız çocuğunla homurdana homurdana girdi:

                     “Kızını dövmeyen dizini döver hanım.Ders çalışacağına hanımefendi dışarıda arkadaşlarınla oyun oynuyor.”

                     “Yapma kızıma!”

                      Otuzlu kusur yaşlarında güzel,alımlı,bakımlı bir kadın telaşlı bir şekilde Fikri Beylerin aralık duran evin kapısından içeri girdi.Bu bayan,yaşlı çiftin komşularıydı:

                      “Ne yapıyorsun Fikri Amca?”

                      “Sen karışma!Çocuğuma ne yapıp ne etmeyeceğimi sana mı sorcam?”

                      “Fikri Amca,o benim çocuğum.Sizin de manevi torununuz.Hadi bırak çocuğumu.Bak,çocuk bayağı ürktü.”

Fikriye Hanım,kadının yanına yanaşıp kulağına fısıldadı:

                       “Kusura bakma hanım kızım,bizim beyin aklı bir gelip bir gidiyor.Yaşlılık işte!”

                       “Sen kime yaşlı diyorsun?”

Çocuğun kulağını çekmeyi bırakmıştı.Evet,aklı daha yeni geldi başına.

                       “Kusura bakmayınız Başak Hanım kızım.Sende kusura bakma ufaklık!Yaşlılık işte.”

Kadın,çocuğunun elinden tutup kapıyı kapatıp evden çocuğunla ayrıldı.Yaşlı çift,yine televizyon başındaydı.

                        “Meyve soyayım mı bey?”

                        “Soycan da ne olacak?Bu takma dişlerle ne bir şey yiyebiliyor ne de bir şey içebiliyorum.Ha şimdi sen beni zehirlemeye kalkarsın.”

 

Zil çalmıştı.Kapıyı Fikriye Hanım açtı.Gelen büyük kızı Melek ve Seda ile Sevda adında iki torunuydu.

Fikri Bey,kapıya yöneldi.

                        “Kim geldi hanım?”

                       “Bilmem.Tanımıyorum.”

                       “Anne ben kızınız Melek ve bunlar da torunlarınız.”

                       “Çıkartamadım kızım.Sen çıkarttın mı bey?”

                       “Ha,bizim Gazanfer Bey’in kızı ve torunları mı bunlar?”

                       “Baba,ben kızınız Melek,Melek..Bunlar da torunlarınız.Hadi gidin bakalım anneanneniz ve dedenize.”

 

                      “Dede..Dede..!”

                      “Anneanne..Anneanne..!”

 

                     “Kusura bakma kızım çıkartamadım.Ama gelip geçin oturun ne de olsa tanrı misafirimizsiniz.”

                     “Evet evet,oturun kızım.”

 

                     Melek Hanım mutfağa girip hüngür hüngür ağlamaya başladı.Kendini toparlayıp anne ve babasının yatak odasına girip fotoğraf albümlerini alıp anne ve babasının yanına geldi.

                  Fikri Bey:

                 “Baban Gazanfer Bey nasıl?Prostatla başı dertte mi yine?”

                   Melek:

                  “Ne Gazanfer’i baba,sensin benim babam.Hem Gazanfer Amca’nın öleli iki yıl oldu baba.”

                    Fikri:

                  “Ya öyle mi?Yıllar su gibi geçiyor.”

 

Alzheimer hastalarına,melankolik beyinlere,her zaman için hafızayı canlı tutturmak ve bunun içinde fotoğraf albümleri gibi materyallerden yararlanıp kullanmak gerekir.Melek Hanım da bir çeyrek saat vakitte fotoğraf albümünü anne ve babasına gösterip kendinin kim olduğunu hatırlatmıştı.Şişmiş gözbebeklerinin ardında ufak bir gülümse belirmişti..

 

Yarın yine aynı sahne yaşanacaktı.

Üç gün sonra yine aynı.

Beş ay sonra yine aynı.

Bunun adı yaşlılıktı.Hayat tecrübesinin getirdiği bir yorgunluk bir melankolik haliydi.

 

 

Tüm Alzheimer hastalarına acil şifalar ile Allahtan uzun ömür dilerken yakınlarına da sabırlar diliyorum.


OĞUZ BATIN


               

( Melankolik Beyin başlıklı yazı Oğuz batın tarafından 26.11.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.