Issızlığı rahmet
bilmişti bir kez ya, gerisi zaten gelirdi, demeye ne hacetti öyle ki öfkesinin
izdüşümüydü tüm olup biten. Muvaffak olduğu ne vardı da hakkıyla sahip olacağı
bir ödülün beklentisini taşıyordu için için.
Gerindi sessizce ve
kedi miyavlaması gibi içinden gelen o coşkuyla mırıldandı ne dediği anlaşılmaz
iken. Yoksa yeniden mi başlıyordu o adsız hikâye?
İşkillendiği ne varsa
geride bıraktığına inanıyordu oysa. Derlemiş toplamış evini çıka gelmişti
rahmetli annesinden kalan o dört duvara. Fazlasıyla isli bir zihniyetti
annesinden arda kalan. İkisine dair ne çok anı gizliydi evin duvar ötesi
yalnızlığında. Gıybetmişçesine geçiştiriyordu ondan bundan duyduklarını hem
zaten bir önemi kalmamıştı ne de olsa ardından rahmet okuyacak kim vardı da
vakurla yürüyebilirdi enginliğinde aşkın?
Pervasız bir cümle
kadar sırnaşık o muhalif söylemlere paye vermese de… Gerisini getiremedi ve
usulca geçti o büyük yatak odasına ve sessizce Fatiha okudu içinden hem de
saymadığı kadar çok ve en derinden nükseden özlemin tınısını bastıramazken.
Yerdeki beyaz çizgilere
ilişti gözü. Alabildiğine silindiğini sanıyordu öncesinde lakin öylesine
bastırılmıştı ki tebeşir izi çevreleyen cesedi.
‘’Of’’ diye derin bir
iç geçirdi.
‘’Keşke, satsaydım bu
evi. Ama kim alırdı ki bunca lanetin ardından?’’
İşin kötüsü cinayet
zanlısı olarak tutuklanan onca insan ardı ardına serbest bırakılmıştı ne de
olsa otopsi raporu teyit etmişti kadının intihar ettiğini. Üstelik ortada
hiçbir gerekçe de yoktu.
Hepi topu iki kişilik
bir aileydi Zehra ve annesinin, o çatık kaşlı evdeki ikametgâhları ile
mutluluğun peyda olduğu.
Anlamsızdı hem de nasıl…
Çok şey anlamsızdı gözünde ve nasıl da derbederdi her şey olay ertesi.
Günlerce gözyaşı
dökmüştü Zehra annesinin ardından hele ki cinayet mahallindeki bıçak…
‘’Saçmalıyorsun kızım.
Hala ne cinayetinden bahsediyorsun? Hem kadını gündüz vakti kim üstelik durduk
yere niye öldürsün ki?’’
Başlamıştı işte o
paranoyak tınısı öksüz cümleler iken sahibini arayan bir yalnızlık kadar efkâr
dolu.
‘’Sesli düşünüyorum’’
diye teselli etti kendini ve yöneldi mutfağa. Ne aradığını bilmese de deli gibi
döneniyordu mutfağın rafları arasında ve sonunda buldu aradığını. Eve bir
önceki ziyaretinde yarım bıraktığı içki şişesi burnunun ucunda duruyordu da
yeni fark etmişti. Ve bir dikişte içti içindekini derken yüzünü buruşturdu.
‘’Güç toplamalıyım hem
alkolik değilim ki. Altı üstü…’’demesine ramak kalmıştı ki deli gibi gülmeye
başladı küf kokan mutfakta. Belli ki yine içki çarpmıştı.
‘’Eh, yani, gündüz
vakti daha bir sarhoş oluyor insan.’’ Diyerek bu sefer çantasını karıştırmaya
başladı.
‘’Lanet olsun,
unutmuşum işte.’’
Neyi unuttuğunu da
unutmuştu oysa belki de unutup unutmadığını unutmuştu. Unutulan ne ya da kim
olabilirdi ki kendinden başka?
Unutmaya dair ne çok hikâye
okumuştu da tek aklında kalan kendi hikâyesiydi. Unutmak istedikçe hatırlıyordu
ve hatırladıkça unutuyordu. Vardı bir tuhaflık işin aslı ya da radar gücündeki
algıları idi her şeyi alt üst eden.
Duyduğu tıkırtı ile
irkildi. O da ne?
Attığı çığlıkla her
ikisi birden tık nefes havaya zıpladı.
‘’Yuh’’ dedi usulca.
Korktuğu şey altı üstü ufacık bir fındık faresiydi ve kapının aralığından kaçıp
gözden kayboldu hayvan.
‘’Keşke ben de yok
olsam ve karışsam kayıplara. Hem belli mi olur, açarım gözlerimi yeniden ve
yeni bir dünyanın kıyısında yeni bir hayata başlarım.’’
‘’Yok, yok. Bu böyle
olmayacak. En iyisi dışarı çıkıp hava alayım. Hem belli mi olur, tanıdık birine
rastlarım da laflarız.’’
Gıybet yüklü akrabaları
düştü aklına. Nasıl da toz kondurmazlardı öncesinde kâh Zehra’ya kâh rahmetli
annesine. Ta ki… Ta ki, kadının intihar ettiği ortaya çıkana değin. Geride
bıraktığı mektubu aylar sonra geçmişti eline. Ve doya doya ağlamıştı ana kız
sanki bir aradaymışçasına. Biliyordu ki Zehra; annesi her an eşlik etmekteydi
kendine.
Mektupta yazanlardan
tek kimseye bahsetmemişti yoksa nasıl bakardı akrabalarının yüzüne? Aslında pek
de önemli değildi onların ne düşündüğü lakin insanlık gereği, uzak tutmalıydı
mektupta yazanları hem annesinin tek vasiyeti değil miydi, tüm olup bitenlerin
saklı kalması?
Mektubu kaç kere
okuduğunu hatırlamıyordu ama ezberindeydi her bir cümle. Annesinin yıllar evvel
işlediği bir suçtan dolayı, insanlara olan minnet borcu ve biriken öfkesi.
Öfke… Ne kadar sakil
bir kelimeydi hissettiklerinin yanında. Öfke ve peşi sıra pişmanlık yüklü bir
ömür.
Ömürden ziyade esaret
yüklü bir zaman dilimi hem de gereksiz ne varsa omuzlarına binen.
Camdan gelen sesle irkildi
yerinden ama yağan yağmurdu sese sebebiyet veren.
‘’Amma da tırsak oldum
son zamanlarda’’ deyip derin bir nefes aldı.
Kapının vurulmasını
bile duymazdan gelecekti neredeyse bunca halüsinasyon ona eşlik ederken. Kapıya
yönelmişti ki ensesinden bir soğukluk hissetti.
Muhtemeldi üşümesi ne
de olsa Şubatın ortasında boş bir evin ortasında buz kesmişti vücudu. Üşümesi
normaldi de ya duyduğu fısıltılar?
Belli ki sokak
kapısının arkasında kim varsa bir an evvel açmasını istiyordu kapıyı. Gel gör
ki kapıda kimse yoktu.
‘’Aklımı yitiriyorum
belli ki. Normal ama ne de olsa hala dünde takılıp kalmış aklım. Hem belli mi
olur bir anda tıka basa dolar ev. Tanıdık tanımadık kim varsa çağırayım da
kutlayayım yalnızlığımı. İyi de o zaman yalnızlığım yalnızlık olmaktan çıkar.
Yok, yok, iyiyim böyle. Hem…’’
Lafı bıçak gibi kesildi
odanın ortasında beliren o siyahî ışıkla. İyi de siyahlık gecenin misafiri iken
günün bu saati neden kararmıştı oda?
‘’Herhalde bulut
geçiyor zaten yağmur da yağdığına göre…’’
Kararsız kaldı düşündükleri
ile gördükleri arasında bağlantı kuramazken. Usulca çömeldi dizlerinin üstüne
ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
‘’Bana bunu yapamazsın
anne!’’
‘’Tahmin ettiğim gibi
benden nefret etmediğini görmek nasıl da rahatlattı.’’
‘’Neden çaldın seni benden?’’
‘’Biliyorsun sebebini
hem her şey mektupta yazılı. Daha ne diyebilirim ki haricinde?’’
‘’Hiçbir açıklaması
olmaz ölüm nedeninin. Ne olmuş hem evlatlık isem? Bunu benden saklamanı
anlıyorum ama gitmeni kabul edemiyorum anne.’’
‘’Mecburdum meleğim hem
de nasıl mecburdum. O adamla evlenmene izin veremezdim hem de tüm gerçeği bunca
zaman saklamış olmam bile vicdan azabı yaratmışken.’’
‘’O adam daha doğrusu
öz kardeşim. Anne bunun açıklaması bu olmamalıydı. Daha basit bir açıklaması
olabilirdi. Hem onu çaldın benden hem de kendine kıydın. Hiç acımadın mı
bana?’’
‘’Göz göre göre
kardeşinle karı koca olmana nasıl göz yumardım senin gözlerin kör olmuşken?
Senin ailen bendim ve takibindeydim kardeşini evlatlık alan ailenin. Bunu sana
günü geldiğinde söyleyecektim ama günün birinde onu koluna takıp geleceğini
nereden bilebilirdim kınalı kuzum?’’
‘’Madem bunca yıl bir
kardeşim olduğunu gerçeğini sakladın hiç mi üzülmedin ikimiz başka ailelere
evlatlık verilmişken?’’
‘’Zamanı gelince zaten
söyleyecektim ama böylesi bir facia ile sonlanacağını asla tahmin edemedim. Hem
kardeşinin ailesi yurt dışında yaşıyordu. Ya biz? Hiç akla gelir miydi günün
birinde ikinizin yollarının bu şekilde kesişeceği?’’
‘’Yanına gelmek
istiyorum anne. Her şeyi ve herkesi geride bırakıp seninle koyun koyuna sonsuza
kadar uyumak istiyorum. Bu yalnızlığı ve bu sırrı ömür boyu taşımak çok ağrıma
gidiyor. Anne söyle bana: Hiç mi özlemedin beni? Zaten her yerde seni görüyorum
ve aniden kayboluyorsun. Bak, yanımdasın şimdi. Hadi, uzat elini ve gidelim çok
uzaklara. Herkesten ve her şeyden uzağa gidelim. Tut elimi anne, ne olur…’’
Yağmur hızını nasıl da
arttırmıştı Şubat’ın bu hazin soğuğunda ve nasıl soğuktu vücudu ölüm
kucaklamışken.
‘’Çok soğuksun çok hem
de. Ben de üşümek istiyorum seninle ve çok uzağında hayatın sadece çalmak
istiyorum kalan ömrümü. Senin çaldıklarınla çaldırmak istiyorum sahip olmadığım
ne ise.’’