Farklı olmasını dilerdim aslında
içimde saklı olanın gerçek olmasını. İyi de bu mümkün müydü? Hem kozamda
yaşayacaktım hem de ülkenin en muteber romancısı olacaktım.
Aklımı peynir ekmekle yediğim belli
olmasa da ben saatlerce peynir ekmek yiyordum romanımı satır satır işlerken.
Derinliğinde sessizliğin aslında iç sesimin gürültüsüne alışık yine de
kimselerin duymadığı gelin görün ki; iç sesimi satır satır yansıtıyordum
şaibeli romanıma.
Sözüm ona genç ve güzel bir kadının
içinde kaldığı o aşk üçgeninde gizemli bir rota izleyecekti aşk. Olması
gerekeni değil olmasını istediğim için ya da romanın kahramanı öyle istediği
için.
Ortada bir kahraman da mı yoktu da
ben kendi yalanlarıma okuyucuyu inandıracaktım?
Kırk kez söylemesem bile kırk bin kez
söylemeye razıydım ve öyle de yapıyordum.
Çalıştığım iş yerinden iki ay
ücretsiz izin almıştım ve onlara söylemediğim yalan kalmamıştı. Allah’tan
köşede üç kuruş birikmişim vardı da yokluk çekmiyordum-desem de inanmayın.
Hayatım boyunca kredi kartı
kullanmamıştım da işin aslı fazla lüks meraklısı bir insan değildim.
Alabildiğim kadar kuru yemiş, biraz şekerleme ve bol miktarda kafein yine de
iyi idare ediyordum ve tamı tamına iki ayım vardı üstelik günde on beş saat çalışmayı
da şart koşmuştum kendime.
Arada yan komşum uğruyordu. İyi bir
kadındı. Kocasını geçen yıl ebediyete uğurlamış ve kaza eseri de kurtulmuştu
hani. Ne saçma değil mi? Kaza eseri… ne de olsa aklı yitik adam doğal gazı
açmıştı kadın uyurken ve son anda kurtulmuştu talihsiz kadın. İyi de adam nasıl
mı ölmüştü?
Bunu ona sorduğumda acı bir kahkaha
attı ne de olsa kadın raporlu antidepresan ilaçlarını sakladığı yeri kocasına
söylemişti laf arasında ve otopsi sonucunda adamın intihar ettiği ortaya
çıkmıştı işin kötüsü kadından ne istemişti?
Bu yüzden âşık olduğu o adamın
ardından tek damla gözyaşı akıtmadı bizimki ve o gittiğinden beri tüm ilaçları
da çöpe atmıştı.
Bana her akşam uğramayı adet
edinmişti dul komşum ne de olsa yeni bir hayata adım atmış ve benden de
fazlasıyla umutluydu.
‘’Adını ne koyacaksın?’’derdi de
arkasını getirmezdi.
‘’Dur bakalım, Hale. Önce bir roman
bitsin.’’
Okumaya meraklıydı bizimki ve
sabırsızca yazdıklarımı okumak istiyordu. Ölürdüm de tek satırını göstermezdim.
Nazara çok inanırım hani.
Yayınevi bana son on gün daha süre
tanımıştı. Demek ki dolu dolu bir ayım kalmıştı önümde. Ve ben çılgınlar gibi
yazıyordum.
Annem memlekete çağırıyordu beni ve
yazdığım romandan haberi yoktu kadının. Akla zarar doğrusu ne de olsa ben onun halim
selim, aklı başında biricik kızıydım. Bir de demez mi?
‘’Bana acil on bin lira lazım.
Maaşını alınca göndermen mümkün mü?’’
Hemen bir yalan kıvırmıştım.
‘’Eve tadilat yaptırıyorum anne.
Belki iki ay sonra.’’
Artık iki ay sonra ne olacaksa?
‘’Sahi’’ dedi Hale.
‘’Adı ne?’’
‘’Dedim ya: adını henüz koymadım.’’
‘’Hayır, hayır, kadının âşık olduğu
adamın adını soruyorum.’’
Başımdan savmanın zamanı gelmişti
Hale’yi:
‘’Bana mantı açar mısın yarın?’’
‘’Ne diyorsun sen? Ne yarını. Bekle
iki saate hazır olur.’’
Kendimi suçlu hissediyordum. Ne de
olsa kadını kullanıyordum. Olsun. Hepi topu iki ay. Sonra kurtulacaktı benden.
Hem romanımın epey iş yapacağına emindim de bu yüzden yayınevinden yüklü bir
çek talep etmiştim.
Günler günleri kovalamıyordu ben
sadece kurdeşen döküyordum. Hem de öyle böyle değil. Sonunda iki üç doktora
gittim ve aldım boyumun ölçüsünü.
‘’Stres yok, hanımefendi. Bol bol su
için ve temiz havaya çıkın. Bakın önümüz ilkbahar. Güneş yüzünü ne zaman
gösterirse atın kendinizi dışarı ve temiz havadan faydalanın efendim ve iki ay
sonra kontrole gelin.’’
Güldüm.
‘’Elbette.’’
Tabii ki beni bulursanız.
İyi kötü uyuyordum. İyi kötü
besleniyordum. Bol bol dua ediyordum hem de peşinen ne de olsa iki ay sonra
fırsat bulamayabilirdim.
Hale son zamanlarda fazla gelmiyordu
ve gerçek manada peynir ekmek dışında bir şey yemez oldum.
Apartman görevlisi arada uğrayıp
çöplerimi alıyordu. Neyse ki fazla gelenim gidenim yoktu ne de olsa herkes beni
çalışıyor biliyordu.
Kısa sürede roman üç yüz sayfayı
aşmıştı. Ben bile şaşırıyordum hızıma yoksa çok acele etmemin altında bir
kavuşma isteği mi vardı? Öyle ya, kavuşmayı dilediğim ne çok insan ve ne çok
hayal…
Yayınevi benden öylesine emindi ki;
romanın çıkış tarihinde canlı bir programa konuk olacaktım ve eminim ki; kanal
ilk kez böylesine bir izlenme oranına ulaşacaktı. Nereden mi biliyordum?
Sözleşmeye göre son beş güne
girmiştim ve roman bitti sayılırdı sadece gözden geçirecektim ve elimle teslim
edecektim romanı. Allah vere de çabucak baskıya versinler diye dua etmenin
dışında da hiçbir şey yapamıyordum.
Ev çok dağınıktı ve oldukça da pis.
Derhal evi temizletmeli ve kendime
güzel kıyafetler almalıydım. Neyse ki param hala suyunu çekmemişti zaten çeki
annemin adına kesmelerini rica etmiştim. Kadın çok mutlu olacaktı eminim ya
öğrendiğinde?
Sonunda noktayı koydum ve kocaman bir
iç geçirdim. Nasıl da rahatlamıştım üstüne üstük kaşıntılarım da geçmişti.
Artık güzel bir yemeği hak etmiştim.
İş yerinden arayan bir arkadaşım beni
hayli merak etmişti.
‘’Bekle’’ dedim. ‘’Ocağın birini
bekle.’’
Gevrek gevrek güldü.
‘’Akıllım’’ dedi. Herkes zaten ocağın
birini bekliyor. Üstelik o gün tatil. Demek oluyor ki; seni bir gün sonra
göreceğim.’’
Bu sefer ben güldüm kıs kıs.
‘’Sen öyle san.’’
‘’Duymadım.’’
‘’Görüşürüz.’’ Deyip kapadım
telefonu.
İçim bir rahatlamıştı ki. Ve kocaman
bir pizza sipariş verdim. Altı üstü kilo alırdım zaten gideceğim yerde kilonun
ne önemi olacaktı ki?
Ertesi gün, güzel bir uyku çekip açtım
gözlerimi. Saat henüz çok erkendi.
Koşmak iyi fikir, demenin ötesinde
temiz havanın özlemini çekiyordum.
Akşamı zor ettim velhasıl romanı
teslim etme saatim gelmişti.
Her şey yolunda gidiyordu. Editörler
en kısa sürede okuyup baskıya vereceklerdi büyük ihtimalle: ötesinde çekteki
meblağ konusunda çekinceleri vardı lakin garanti vermiştim onlara daha doğrusu
yayınevi sahibine zaten konu sadece ikimizin arasındaydı.
Şaşkın şaşkın baksalar da nasıl
oluyor da bu kadar kendimden eminim, diye ben hiç bozuntuya vermedim.
Canlı yayın için kıyafet seçme zamanı
gelmişti işte.
Bu arada evi bayağı toparlamış ve
gündelikçi kadına teslim etmiştim. Bol bol avans da verdim. Kadının gözleri
parladı ne de olsa normalin beş katı bir ücretti vereceğim belki daha fazlası.
Yılbaşı için özel bir hazırlık yapmam
gerekmiyordu yeter ki yılın ilk günü dinç ve güzel gözükeyim ne de olsa canlı
yayında tüm ülke beni seyredecekti ve romanımın inanılmaz reklamını yapacaktım
üstelik bir numara olacağının da garantisi vermiştim Yılmaz Beye.
Yılmaz Bey kim mi?
Geçen sene hastanede tanıştığım bir
hasta tanıdığı. Ben hasta değildim lakin Yılmaz Beyin küçük oğlu çok hastaydı
ve kalp nakline ihtiyaç duyuyordu bu da yetmezmiş gibi böbreklerinde sorun
vardı ve ne yazık ki organ naklinde bekleyecek zamanları yoktu. Ben ise rutin
kontrol için gitmiştim ama içine düştüğüm darboğazdan kimsenin haberi yoktu. Oldukça
borçlandığımı kimseye söyleyemiyordum ve aldığım borcu bana sağlayan bir
arkadaşımın tanıdığı idi ve ne yazık ki; onu tanıdığımda tefeci olduğundan
haberim yoktu. Olaylar bu şekilde gelişirken Yılmaz Beyle iyi bir dostluk
kurduk. Eşini geçen sene kaybetmişti ama oğlunun hastalığı tuz biber ekmişti
her şeye. Çocuk bir anda sağlığını kaybetmiş ve günden güne eriyordu.
Tanışıklığımız vesilesi ile onun bir
yayınevi olduğunu da öğrendim. Benim azimli bir roman yazarı olduğum izlenimi
ile memnuniyetini dile getirmişti lakin bir roman yazarına ne kazandırabilirdi
ki?
Olması gereken.
Ve bana gereken.
Oturduk pazarlığa.
Bana altı ay süre verdi ve ben de ona
söz verdim. Bu esnada benim oğlu için uygun taşıyıcı olduğum da ispatlandı
hastane heyeti tarafından. İyi de aynı anda kalbimi ve böbreğimin birini nasıl
çocuğa verecektim?
Sorunun cevabı bende saklıydı.
Aslında Yılmaz Bey bunu duyunca gözleri parladı. Hele ki; memlekette benden
para bekleyen bir annem olduğunu öğrendiğince bu da yetmezmiş gibi içine
saplandığım borç batağı…
Yılbaşı gecesi hayatımın tümü şerit
gibi geçti gözümün önünden bir yandan da veryansın ediyordum kendime aslında
girdiğim günahı da biliyordum ama… bu bir ilk olacaktı edebiyatta ve insanlık
tarihinde.
Roman yazarı genç kadın romandaki
sona uygun bir mizansende canlı yayında hayatına son verdi.
Sürmanşet.
İnanılmaz.
Allah vere de annemin ve dostlarımın
yüreğine inmesin hele ki iş arkadaşlarımı düşündüğümde ve beni başarısızlık ile
damgalayan sülalemi ve okul arkadaşlarımı…
Yeni bir başlangıç yapma istiyor
muydum?
Hem evet, hem hayır ama yeni bir
hayata adım atacaktım belki de sonsuza kadar çıkmayacaktım cehennemden lakin
ben zaten cennetimi yaratmıştım roman kahramanıma hayat verirken.
Zaman inanılmaz ivme kazanmıştı ve
yeni yıl tebriki için arayanlar hepsine aynı şeyi söyledim:
‘’Yarını bekleyin.’’
Anlamsız gelmese de çoğuna şaşkınlığa
uğrayanlar da oldu aralarında ne de olsa hep aklı evvel bir insan olmuştum
üstelik kurallara sadık kalmayan ve hayallerine sahip çıkan hatta ölümüne ve o
gün geldi çattı.
Yayına çıkmama az süre kalmıştı ve
stüdyoda gerekli hazırlıklar neredeyse bitmişti ve ansızın gelen telefonla
irkildim bu da yetmezmiş gibi kuliste inanılmaz bir hareketlilik vardı.
Yılmaz Bey her şeyden haberdardı ve
az sonra şakağıma dayayacağım tabancaya kadar her şeyi de tedarik etmişti.
Yayın esnasında romanımı tanıtacaktım
ve roman kahramanının akıbetine uğrayacaktım. Şakağıma girecek tek kurşunla
ölecektim ve o ufak çocuğa da can verecektim. Cenneti mi cehennemi mi hak
ediyordum peki?
Bunu düşünmek için çok geçti yoksa
hala vakit var mıydı?
Bana gelen uyarı ile stüdyoya
yöneldim ve gelen çağrıyı da cevaplamamıştım ne de olsa her şey önceden
konuşulmuştu ve planladığımız üzere az sonra hayatıma kendi ellerimle son
verecektim. Silah ceketimin astarında saklıydı ve güvenliği Yılmaz Bey
sayesinde atlatmıştım ne de olsa nüfuslu bir adamdı ve her yere uzanıyordu
kolları.
Canlı yayın başlamıştı.
Her şey normal gidiyordu ve ben
romanımı tanıtıyordum ta ki…
Sunucu kadın konuşmayı kesmek
durumunda kaldı ama sebebini kimse bilmiyordu ve birden bire konfetiler yağmaya
başladı. İyi de neyin nesiydi bu olanlar? Yılbaşı geçmişti üstelik canlı
yayında bunun ne anlamı vardı ve ben yine de üstüme alınmadan rolümü oynamaya
devam ettim. Astarıma doğru uzattım elimi ve tam silahı ateşleyecekken…
‘’Dur. Sakın deneme sakın…’’
Diyen kim olabilirdi ki ne de olsa bu
konunun ikimiz dışında bileni yoktu ve karşımda Yılmaz Beyi gördüm.
Adam iki gözü iki çeşme ağlıyordu.
‘’Nihal. Sakın sakın deneme. Her şey
bitti aslında her şey yeni başlıyor senin ve benim için.’’
İyi de bu adam ne saçmalıyordu?
Anlaşmamıza göre ben ölecek ve çocuğuna nakil olacaktı organlarım…
Deli gibi bağırıyordu ve bir hamlede
elimdeki silahı kaptı.
‘’Çok geç. Aslında her şey için erken
de diyebiliriz.’’
Belli ki kafayı yemişti ve cebinden
çıkardığı kutuyu bana verdi.
‘’Aç içini, deli kadın.’’
Hem bu kadar emek ver hem bu kadar riske
gir bir de deli damgası ye.
‘’Neler oluyor?’’
‘’Oğlumu iki gün evvel kaybettim ve
sana da haber vermedim zira sürprizi bozmak istemedim.’’
‘’Sürpriz mi? Çocuğunuz ölüyor ve
buna sürpriz mi diyorsunuz?’’
‘’Yeni bir başlangıç yapalım seninle.
Ben sana âşık oldum. Evet, bu delice gelebilir sana ama… sen çok çok cesur bir
kadınsın ve küçük bir çocuk için hayatından vazgeçmeyi göze alacak kadar
üstelik geride kalan anneni bile düşünmüşken ölüme giderayak…’’
Sunucu kadın delirmiş gözlerle bize
bakıyordu hele ki elimdeki silahı görünce nasıl da çığlık atmıştı insanlar ve
görünen o ki inanılmaz bir seyirci kitlesine ulaşmıştı kanal…
‘’Evet, yavrum öldü zaten bekliyordu
bunu doktorlar ama sen ölmemelisin. Yeni bir hayata var mısın benimle?’’
Sunucu kadın şaşkın olduğu kadar da
mutlu gözüküyordu ve bana göz kırptı. Ben de kameraya göz kırptım.
‘’Kestik. Yayın bitti.’’
Romanın ismini mi merak ettiniz?
Sizce?