Din Yalnızca Vicdanda Mı Yaşanmalı
Toplumdaki yaygın inanca göre “din vicdanî bir olgudur, herkes dinini
vicdanında yaşamalıdır.” Doğrudur, iman sahipleri, her zaman doğruyu işaret
eden vicdanlarının sesini dinleyen insanlardır. Ancak din, kişinin sadece kendi
içinde yaşaması gereken bir olgu değildir. Allah’ın önemli buyruğudur; her
inanan Rabb’inin nimetini durmaksızın anlatmakla, iyiliği emredip kötülükten
sakındırmakla ve “yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar” fikir
mücadelesi yapmakla sorumludur. Dini bir yerlere hapsetme düşüncesi, Kur’an’dan
habersiz olan ya da Allah’tan yüz çevirerek yaşayan kişilere ait çarpık bir
görüştür.
Allah’a aşık insanın kalbi o aşkla çarpar, dili O’nun emriyle
ve dilemesiyle her an Rabb’ini anar. Ancak mümin bu duyguları ve imanı diğer
insanların da yaşaması için çaba gösterir. Din insanın içinde yaşaması gereken
bir olgu olsaydı, vahiy yalnızca inen elçiye ait olurdu ve Allah’ın elçilerinin
insanlara tebliğ görevi olmazdı. Bu görüşler çarpık mantık sonucu ortaya atılan,
Kur’an’a uygun olmayan zanlardır.
Yaşamı süresince sorumluluk almaktan
kaçarak yaşayan bir insanı düşünelim. Yalnızca kendi yiyeceği, içeceği,
geleceği, evi, malları ve nefsani çıkarları ile ilgilenen bir insan… Yeryüzünün
dört bir yanında yaşanan acılar, zulümler, haksızlıklar, akan kanlar onun hiç
gündeminde değildir. Dünyanın kargaşa, düzensizlik, bozgunculuk ve
adaletsizliklerle dolu olması onu rahatsız etmez. Suçsuz yere öldürülen
insanların, yiyecek bulamayan aç çocukların varlığına aldırmaz. "Bana
dokunmayan yılan bin yaşasın" diye düşünür ve yalnızca kendi için yaşar.
Toplumda bu şekilde rahat edeceklerini, huzur içinde olacaklarını
zanneden insanlara sık rastlanır. Oysa insanların zulüm gördükleri,
haksızlıklara uğradıkları, acı çektikleri bir ortamda insanın sadece kendini
düşünmesi asla vicdana sığmayacak olan bir davranıştır.
İman eden bir
insanın görevi, Allah’ın buyruğu doğrultusunda iyi, doğru ve güzel olanı
insanlara anlatmak, tavsiye etmektir. Müminin asıl görevi, asıl işi
budur.
Ancak müminler arasındaki bazı insanlar, onların sahip olduğu
imanî şevk ve heyecanı içlerinde taşımazlar. Samimi müminlerinki gibi mutlu ve
huzurlu değil, soğuk ve donuk bir hayatları vardır. Allah’ın gücünü gereği gibi
kavramadıklarından, Kur’an ahlakının anlatılması ve yaşanması amacıyla yapılan
faaliyetlerde hep geride kalır, pasif bir yaşantı sürdürürler.
Söz
ettiğimiz kişiler kimi zaman müminlerin arasında yaşayan, iman ettiğini söyleyen
ancak münafıkane davranışlar gösteren ya da kalplerinde hastalık bulunan
insanlardır. Kimi zaman da bunlar, henüz imanı tam olarak kavrayamamış kimseler
olabilir. Ancak tüm bu yapıdaki kişiler Kur’an ahlakını yaşamak ve benimsemekte,
dolayısıyla da anlatmakta çekimser davranır, diğer müminlerin de kendileri gibi
olmalarını isterler.
Oysa samimi müminler, kendilerince kalbi temiz ya da
iyi insan olmanın yeterli olduğunu düşünen kimselerin gafletten uyanması için
çaba gösterirler. Din ahlakını yaşamamaları durumunda, kendilerini bekleyen kötü
son konusunda insanlara uyarılarda bulunurlar.
"İş(in) hükme
bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet
içindedirler ve onlar inanmıyorlar." (Meryem Suresi, 39)
Vicdanlı insanlar yaşanan zulüm ve adaletsizliklerin yerine
iyiliği, güzelliği ve hakkı hakim kılmak için cesurca mücadele ederler. İman
edenlerin bu sorumluluğunu Allah, Kuran’da "fitne kalmayıncaya ve dinin
hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın…" (Enfal Suresi, 39)
ifadesiyle haber verir. Bu buyruğa uyan samimi müminler yaşamları boyunca
dinsizliğe, dinsizliğin beslendiği görüşlere karşı fikir mücadelesi verir,
ecirlerini ve Rabb’leri katındaki derecelerini
artırırlar.
Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah
yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla
ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır.
Tümüne güzelliği (cenneti) va’detmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara
göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır. (Nisa Suresi, 95)
(
Din Yalnızca Vicdanda Mı Yaşanmalı başlıklı yazı
fuatturker tarafından
19.10.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.