-Sana gelen bana gelsin, dedi Reis feryat figan içinde. Koca Reis,
adam gibi adam Reis, kan kardeşim Reis, can yoldaşım Reis! Ah Reis’im. Sen de
mi kaybedenler kulübüne girdin, sen de mi bize katıldın şimdi. Sonra elimi Reis’in
omzuna koyup:
-Üzme kendini bu kadar, bu kaderdir keder olmasın sana, yok yere heder
olma, değmeyecek kalbe beter olma! dedim ama kim takar bunları. Ateş
düşmüştür o cana ve yakmaya başlamıştır o canı.
Kaybedenler kulübünün en has adamlarıydık artık, en elit, en
rafadan ve en kafadan!
-Bakmaya doyamadığım, diyordu ‘dokunmaya kıyamadığım, yokluğuna
alışamadığım, hasretine dayanamadığım neredesin?’ Ağlıyordu bunları
dökerken nisan yağmurları gibi ağzından, içli içli ağlıyordu Reis!
Elimle sıvazladım omzunu Reis’in:
-Ah be Reis ben de geçtim bu yollarda, izi hala şuramda, solumda. Bir
ağrı ki düşman başına! Taş olacaksın ki sabredesin. Gitmenin ne demek olduğunu
iyi bilirim Reis! Gözyaşlarının nasıl kaynar suya döndüğünü ve canı nasıl
yaktığını… Bunları söylerken bir elimle yaşlanan gözlerimi siliyordum
eski dertler depreşmişti yine, bir ela saçlının, bir inci şehirlinin, bir yeşil
gözlünün sancısını hissediyordum yüreğimin ta ortasında. Neredeydi kim bilir,
ne yapıyordu şimdi? Kime gülüyordu, kime mesaj atıyordu acaba?
-Ah Reis, dedim gayri ihtiyari… Sustuk kaç dakika öyle. Sonra Reis
yavaşça söze girdi:
-Ondan hiç ummazdım, dedi bana ‘hiç beklemezdim bunu!’ diye devam
etti Reis.
-Ne çok sevdim onu, ne çok âşık oldum ona, ne çok şiir ve hikâye yazdım
ona aklım almıyor şimdi. Bir insan bu kadar mı sever dostum, bu kadar mı gözü
kara atlar bir aşka anlamıyorum. Nasıl sevdiğimi anladı mı? Nasıl yandığımı
gördü mü? Kızmıyorum ona dostum, dedi Reis gözlerimin içine bakarak ‘kızmıyorum
ona, suçlamıyorum onu asla! Gitmesi gerektiği için gitti, başka izahı yok bunun.’
Söylediğine kendisi de
inanmıyordu emindim buna. Sesimi çıkartmadım, içindekileri kussun ki rahatlasın
diye düşündüm.
-Sana gelen bana gelsin, diye ahlandı Reis, ah koca yürekli Reis!
Adam gibi adam Reis!
Sana mı düştü bugün yeis, üzülürüm öyleyse!
O ateş parçası seni de mi yaktı boydan boya?
Seni de mi tutuşturdu içten içe?
Hani hep senin olacaktı, sana kalacaktı, sana yanacaktı,
sana kanacaktı?
Hep sana olmadı değil mi? Hep sana değilmiş bu aşk? Hep sana
değilmiş bu sarılış?
Hepsi yalanmış değil mi? Sarpa sarmış, çayıra salmış bir
aşkın öksüzüyüz artık Reis! Ne kadar benziyoruz birbirimize baksana! Gözlerimde
hâlâ onun bakışlarının izi var, yüreğimde onun sözlerinin çiziği var, aklımda
onun varlığının tümörü var.
Bir ömür bitmez, kâh sancıtır kâh kanatır. Asla sönmez bu
ateş, asla bitmez bu aşk! Reis, sen de demir at aşksızlığa, sen de kemendini at
yalnızlığa.
-Reis biliyor musun ben de çok sevdim, adamakıllı tutuldum. Ve bu aşkta
bir çocuk oyunundaymışım gibi yutuldum. İçim kan ağlıyor Reis, gören yok, bilen
yok, ilaç olan hiç yok. Reis bil, ben de acı çekiyorum, canım çıkıyor sanki her
gece, yatağım bir işkence, bir sızı giriyor kalbime inceden ince, ağlıyorum
gizlice.
Reis şunu öğrendim bu sevdada biliyor musun? Öyle sevmeyeceksin kayıtsız
şartsız, iltihak etmeyeceksin sevgiliye, ipini eline vermeyeceksin sevgilinin,
duygularını ayan beyan yazmayacaksın. Ketum olacaksın, sert… Yüz vermeyeceksin
ona, yüz bulmayacak sende, bağırmayacak öyle havalı havalı, ahkâm kesmeyecek
sana! Sen onsuz yapabilirsin şeklinde davranacaksın o sensiz bir şey yapamaz gibi
olacaksın. Yani şunu diyeceğim Reis, kaptırmayacaksın kendini çok fazla,
günümüzde erkeğin ağladığı görülmüş iş değil aşklarda. Oysa ben de ağladım
Reis, ben de ağlıyorum hâlâ! Sus kimse bilmesin sırrımızı, kimse anlamasın hüznümüzü!
Bu hüzün bir kişiye çok ama iki kişiye de fazla!
Ağlama Reis!
Ağlama!
Reis konuştu çok sonra, sesi titriyordu konuşurken, keza elleri
de!
-Hep ben ona sana gelen bana gelsin, derdim hep o da:
-Olur mu öyle şey, derdi? ‘İkimize de olmasın kötü bir şey, gelebilecek
en güzel şey gelsin o zaman:’ derdi.
Halime bak dostum, daha ne olsun?
Daha ne gelsin başıma?
Sustum sonra, başımı önüme eğdim, kirpiklerim ıslanmıştı.
Üzgündü Reis, yüreğinde ağrı vardı. Doğruldu ve Karakoçan’a
doğru yola koyuldu, doğduğu yere… Daha da uzaklara gidiyordu o yârdan, yaratana
sığınıyordu yarasından.
Ağlıyordum nedense ikimize.
Ağlıyordum nedensiz halimize.