ÇAĞIMIZIN KİMYASAL ŞEYTANLARI
Şu günlerde İslam dünyasında akla hayale gelmeyen gelişmeler yaşıyoruz. İslam dünyası özgürlüğüne kavuşuyor, diktatörler gidiyor, demokrasi ve halkın gerçek temsilcileri geliyor derken kanlı diktatörler ve kimyasal Esad’lar ve fesatlar geriye dönmeye başladılar.
Hem de her türlü insanlık dışı yöntemleri kullanarak. Iraktaki kimyasal Alilerin, Suriye’deki kimyasal Hafız Esad’ların nesilleri hala ayaktaymış meğer.
Bunların nesilleri daha da şirretleşerek, daha şiddetli kimyasal silah kullanmaya ve kendi halklarını çoluk çocuk demeden hunharca katletmeye devam ediyorlar.
Dünyadaki demokrasi şampiyonları, insan hakları denince mangalda kül bırakmayanlar, medeniyet temsilciliğini kimselere layık görmeyen çıkarcı ve sömürgeci güç ve gruplar, her nedense sus pus oldular. Doğrusu bu görüntü düşündürücü olduğu kadar da ibret vericidir.
Iraklı kimyasal Ali yaptığının cezasını idam edilerek hayatıyla ödedi ve kimyasal Hafız Esed de öldü. Ancak bunların mirasına konan oğul kimyasal Beşşar Esad bunları da geçti. Babasından aldığı mirası katlarıyla aynen devam ettiriyor. Kimyasal Beşşar kendi halkına karşı hem de Başkent Bağdat’ta Sarin gazı bombaları kullanarak yüz binlerce vatandaşını çoluk cocuk demeden katletti, katletmeye de devam ediyor.
Can çekişerek ölen o çocukları, kadınları ve insanları görünce tüylerimiz diken diken oldu. Bunları yapanlar insan olabilir mi dedirtti. İnsan bu kadar canavarlaşabilir mi, vahşileşebilir mi, gaddarlaşabilir mi, şeytanlaşabilir mi diye kendi kendimize sorular sormaya başladık.
Kötülüğe yönlendiren ya da kötülükten başka bir şey düşünmeyen insanlar için Anadolu’da kullanılan şu söz geliyor hemen insanın aklına. “Şam şeytanı”.
Acaba çağımızın Şam şeytanları Suriye diktatörü Beşşar Esad ve Mısır diktatörü Abdulfettah El Sisi midir?
Çünkü kendi halkını acımadan ağır ve kimyasal silahlarla yok eden bu insan görüntülü diktatörlere, çağımızın kimyasal şeytanları demekten başka bir sıfat bulmakta zorlanıyoruz.
Önümüzdeki ay ve yıllarda ortaya çıkacak başka kimyasal şeytanlarında olabileceğini aklımızdan çıkarmayalım.
Bu diktatör, despot şeytanlar yapacağını yapıyor tamam da, peki kendini medeni diye lanse eden yerli, batılı, doğulu, güneyli, kuzeyli başta devlet yetkilileri, medeni geçinen kurum ve kuruluşlar ve de şahıslar yaşananlar karşısında hala bin bir bahaneyle niye duyarsız kalıyorlar, susuyorlar. Yoksa onlarda bu şeytanileşmiş ruhlara, gizliden gizliye destek verip çıkarlarını bu şekilde korumaya mı çalışıyorlar.
Yâda katledilen, öldürülen nasıl olsa Müslüman, ölende, katledilen de Müslüman, o halde duyma, görme gitsin, birbirini yesin mi deniyor.
Hangi çıkar ya da menfaat bu insanlık dışı ve insanlık suçu olan bu katliamlar karşısında susabilir. Hangi vicdan ve yürek buna dayanabilir. Tabi yürekler taş kesilmemiş ve vicdanlar kararmamışsa.
Bu kimyasal şeytanlara ses çıkarmayan, zımni veya açık destek veren demokrasi, insan hakları yanlısı geçinen kişi, kurum, kuruluş ve devletlerde bu suça ortaktır.
Bundan sonra bu söylemleri dillendirdiklerinde ortak oldukları bu insanlık suçu yüzlerine çarpılacaktır. Ayrıca tarihe not düşülecektir.
TÜRKİYENİN KOLLARI BUDANIYOR
Dikkat edin Türkiye kiminle ileriye dönük kardeşçe, dostça sağlam ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkiler kurmaya çalışsa, orada mutlaka kargaşalık oluyor, iktidarlar değiştirilmeye çalışılıyor, tuzaklar kuruluyor, bir şekilde Türkiye’nin önü kesilmeye çalışılıyor. Suriye, Mısır, Tunus, Sudan, Nijerya vb.
Ancak bunları birileri yaparken Türkiye’nin de alması gereken önlemler ve yapması gerekenlerin olması gerekir. Mücadele savunmayla değil taarruzla kazanılır prensibi unutulmamalıdır.
Hepimizin bildiği gibi önce Gezi bahanesiyle Türkiye’nin başına bir çorap örülmeye ve her yönden çökertilmeye çalışıldı. Başarılı olunamadı. Çünkü Türk halkı hemen kurulan tuzağı sezdi. Haklı nedenlerle başlamış olan tepkisini geri çekti.
Bunun üzerine Türkiye’de başarılı olamayan İsrail destekli, ABD ve AB katılımlı ortak senaryo ile Türkiye’nin orta doğudaki en büyük ortağı olmaya namzet Mısır’ı karıştırdılar. Bir darbeyle demokratik seçimle gelen iktidarı indirttiler. Yapılan vahşi katliamlara ses çıkarmadılar. Hatta içten içe desteklediler. Açık açık şu utanmazlığı da yaptılar. “Darbeyle demokrasi rayına! Oturtuluyor” dediler. Böylece Türkiye’nin Ortadoğu ve Afrika açılımının önünü keserek kolumuzun birini maalesef budadılar. Başarılı da oldular.
Bundan önce Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri çok iyiyken bir şekilde maalesef Türkiye’yi de ortak ederek, o yolumuzu da, kolumuzu da kestiler. Dikkat etmek gerekir ki, yakın zamanda Gürcistan’da da buna benzer kargaşalıklar çıkmasın. Çünkü orta Asya’ya açılan tek yolumuz ve kapımız Gürcistan’dır.
Böylece Türkiye’nin bütün ekonomik, siyasi ve kültürel açılım yollarını kapatmaya ve dünyanın yaşadığı ekonomik krize sürüklemeye, Türkiye’nin bütün kollarını budamaya ve kesmeye çalışıyorlar.
Önümüzdeki ay ve yıllarda bu tuzakların yeni versiyonlarının devreye sokulacağını kimse unutmasın. Çünkü İslam dünyasının ve mazlumların tek güveneceği liman Türk insanıdır, Türkiye’dir. Bu durum ise emperyalist ve sömürgeci güçlerin işine hiçbir zaman gelmemiştir, gelmeyecektir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Eğer Türkiye kolunu bacağını budatmak istemiyorsa, Türkiye’nin güçlü ve caydırıcı olmasından başka çaresi yoktur. Bunun da yolu en kısa zamanda mutlaka ama mutlaka küresel ekonomik ve nükleer güç olmasından geçmektedir.
Yoksa Türkiye’ye hiçbir zaman rahat ve huzur vermeyeceklerdir. Bu zamana kadar vermedikleri gibi. Çünkü Türkiye’nin potansiyel gücü, eğer değerlendirilebilirse dünyayı değiştirmeye ve yönetmeye namzettir.