Huzur evinde günleri çocuklarının yollarını gözlemekle geçiyordu. Eşi öldük den sonra evde tek başına kalmış çareyi, eşinden kalan aylığı yatırarak huzur evinde kalmaya karar vermişti. Evde tek başına sessiz yaşamak zoruna gidiyordu. Burada hiç olmazsa kendi gibi yaşlı olanlarla birkaç sohbetle bakışma ile tebessümle gününü geçiriyordu. Beraber yaşamamanın bellekte tutulması için bu huzur evine gelmişti. Kızı ve oğlu aradan yıllar geçmesine rağmen yanına gelmemiş halini hatırını sormamışlardı. Eşi öldük’ den sonra beraberlikleri bir gölge gibi çözülmüş yok olmuştu. Eşi beraberliklerini bir arda tutmak için Onca gayretini hatırladıkça şimdi hak veriyordu lakin artık çok geçti. Eşi ben öldük den sonra yalnızlık ayaklarında pranga olarak kalacak dediğinde saatlerce gülmüştü..
Geçmiş gözlerinin önünde vefasızlıkla geçip giderken, ani bir hareketle tutarak, geçip gitmesine mani olmak istercesine o anı, o andaki yanlışlığı düzeltmenin heyecanı ile yanlış giden şimdiki yalnızlığına ,terk edilmişliğine son verecek gidişata müdahale etmenin huzuru ile geçip giden, o geçmişi avucu ile sımsıkı kavradı sanki bir an.. Şu anda lal olan dilinin, yok olan acı ile süren bu gidişatına son verecek, o ana müdahale etmenin acısını yok etmek istercesine cesaretini toplayarak, yeniden yaşamın yamacında sözlerin sözsüz olmaktan çıkarak yok olduğu, bu günün yalnızlıkla yaşanmaması için doğruldu.. İşte o gün o an o saat işte tatlı olan o an, duvara yansıyan bir gölge ve o gölgeden aks eden ışık ile şimdi devam eden yalnızlığın, gerçek yüzü. İmdat diye duyulan bir ses dalgalar arasında duyulan bir ses. Kulak kesildi derinden gelen bir ses, kapıya doğru yöneldi, ses sanki kapının yanında geliyordu. Evde tek başına idi. Eşi genç yaşta vefat etmişti, gerçi tez elden gitmesine azda olsa sevinmişti sanki. Çünkü her yaptığına karışıyor elinde avucun da ne varsa sanki yardıma muhtaçlara, ihtiyaçları vardır diyerek den, elden avucundan bulunan birikimlerini çıkararak harcıyordu, gerçi kendisini de parasız bırakmıyordu, bir dediğini iki yapmıyordu ama nedense hazım edemiyordu. O kadar elindekini o yardıma muhtaç diyenlere harcamasına rağmen kazandığı sanki hiç azalmıyordu, buna da bir anlam verememişti. Bu konuda birkaç şey söylemişti ama beyi nedense duymazlıktan gelerek es geçmişti. Çocuklarına beyinin defalarca nasihat verir iken görmüş adeta küplere binerek eşini azarlamıştı hatta bir defasında eşinin kızına ve oğluna.
—Evlatlarım sizin bu sorumsuz, kendinizi beğenmiş yaşantınız sorumsuzluğunuz, hırsınız'la doyumsuz nefsinizle neden karşınızdaki insanları hor gören, bir bakışla bakarak onlara saygısızlık edercesine yaşayarak devam ediyorsunuz? Hayatınızı neden sadece kendiniz için yaşıyorsunuz, etrafınızdaki insanları görmeden, düşüncelerinizde fikirlerinizde yaşantınızda neden kaymaları yaşıyorsunuz? Konuşma üslubunuz neden bozuk? Sözleriniz bakışlarınız çıplak alaycı? Ruhlarınız hep kavgacı bencil, kavgası bencilliği tıpkı annenizin'ki gibi?
İşte o anada o ana müdahale ettiği o dakika. Mutfaktan hırsla gelerek eşine hırsla.
—Şükrü efendi çocukların üstüne fazla gidiyorsun, bırak hayatlarını istedikleri gibi yaşasınlar. Onlar gençler sıkma onların canını.
—Hayatım, yıllardır aynı sözleri sana da söyledim, sende hep burnunu dikine kendi bildiğin doğruları yanlışta olsa yaşadın. Etrafındakileri hor gördün sıkıntıların görmezden geldin. Hatta alay ettin. Hep irtifa kaybettin ve şimdide çocuklarımızda senin gibi irtifa kaybediyor, bu irtifa kaybederek düşüşün acısı acı olur bir gün anlarsınız ama iş işten geçer.
Çocuklar konuşulanları duymazlıktan gelircesine oğlu Nuri
—Anneciğim benim arkadaşlarla işim var, sen babama gereken cevabı verir misin?
Kızı gülden ise
—Anneciğim çok yorgunum, Leylalar da fazla oturmuşum müzik dinlerken, ben uzanacağım sen babamla ilgilenir misin?
O anda karşısında, kendisine bakan kendisini gördü, kendisine acı dolu gözlerle bakıyordu. Yalnızlığın soğuk rüzgârlar'ı saçlarında yüzünde hüzünle esiyordu. Gözlerinde derin bir pişmanlık, aklına hayaline gelmeyecek yanlışlıkların huzursuzluğunun pençeleri dolaşıyordu adeta. Boş olan kalbinde ruhunda acı acı çığlıklar yükseliyordu adeta. Yalvaran gözlerle, yaptığı birazdan yapacağı hatanın telafisinin mümkün olamayacağını haykıran gözlerle kendisine bakıyordu. İşte düşünce ve zekâ kıymetini bu üslûp bozukluğu uğrunda harcamakta olduğu o anlar, bilgi kültür, cesaret ve mantığını hislerinin sadece kendisine has olduğunu sandığı o an ve âdeta hep insan'î değerlerle savaşarak ömrünü tüketmekte geçen günlerin acısı olan o gün ve şimdi karşısında pişmanlıkla bakan bu günler… İnsanlara severek yardım etmiyordu, yemeklerini verir iken gönülsüz pişirir verirdi sanki o insanlarda tabaklarca yemelerine rağmen sanki aç kalkarlardı. Eşi her daim veren el yaşamın hayatın kendisidir sizde verir iken bolca verin, hayat verircesine verin çünkü hayat kıskanmadan bağrındakileri çekinmeden bize veriyor dediğinde dudak bükmüş alay etmişti. Hatta neşeli olmak için kalbinizde duyduğunuz neşeyi, insanlara verin ki mutlu olasınız demesine rağmen, hep mutlulukları kendisine saklamış insanlarla alay edercesine muamele etmişti. Lakin şimdi her şeyi çıplaklığı ile anlamıştı lakin faydasızdı. Şimdi yalnızlığın sessizliğinin çıplak çığlığını benliğinde duyuyordu bu yalnızlığı sözcüklerle kelimelerle anlatması imkânsız'dı. Bıraktı kendini gönlündeki sessizliğin derinliğine sessizliğine bunu hak etmişti hiç olmazsa alay etmeden bunu yaşayayım dercesine gönlünün kulağına sessizliğine zamanın yalnızlığında kayboldu. O anda bu yalnızlık dudaklarında dilinde tatlı bir nağme olarak çağlayarak, anlamadığı sözcüklere ruhuna ritmik bir ses olarak, doğruları dile getiren geleceği kucaklayan bir sevgili olarak bedenini sardı.