Ayaklarını sürürken,yerden kalkan tozlar lastik ayakkabıya sürünüyor,oradan paçalarına yapışıyordu.

Ayakları geri gitmek ister gibiydi. Kendini zorladı, inatla yürüdü.
Güneşte amma yakıcıydı.Terin sırtından akıp bacaklarına ulaştığını, oradan lastik ayakkabılarında tozla buluştuğunu hissetti.Ayak parmaklarının arası vıcık vıcık çamur olmuştu.

Sırtındaki çanta daha mı ağırlaşmıştı ne?Amaaan deyip omzunu çekmek istedi. Ama meret çanta, omuzlarını bir milim bile kıpırdatmasına izin vermedi.
Kolları boş boş sallandı yanlarında. İlerledi. Yolun kenarında gördüğü tek ağaca yöneldi. Kimse görmesin diye kaçarken, hem terlemiş hem de yorulmuştu.
Ağacın altına gelince, kendini boş bir çuval gibi bıraktı. Arkasındaki çantaya kaykılarak yaslandı. Burnunu çekti.Tam koluna silecekken vazgeçti. Beş yaşından beri yapardı bunu. Dokuz yaşına gelmiş , kocaman adam olmuş bırakamamıştı.Taa ki öğretmeni gelinceye kadar. Onu hatırlayınca, kolu kanadı gücünü kaybeder, yana düşerdi.Yine aynısı oldu.

Hafif bir rüzgar , terden alnına yapışmış kara saçlarına değip geçti.
Ağacın dalları hafiften hışırdadı.Ürken bir kuş acı acı ötüp havalandı.Gözleri bir süre havalanan kuşun kanatlarına, oradan pamuğumsu bulutlara kaydı.Bir süre onları bir şeye benzetmeye çalışarak oyalandı... Aslında tüm bunlar, düşünmemek için oynadığı küçük oyunlardı.

Yerdeki otları hırsla kopartıp fırlattığını, ama otların rüzgarla geri dönüp, üstüne yapıştığını farketti. Üstü ot parçalarıyla dolmuştu. Sanki onunla alay ediyorlardı. Ne kadar kaçarsan kaç ,bu otların uçuştuğu gibi ,yine ona dönersin diyorlardı.
Gözleri, yerdeki kıpırtılara doğru kaydı. Karınca... bir sürü karınca.
Sırayla bir birini takip eden bir sürü ka....

"Osman"

Birden irkildi. Sağına soluna baktı.Hızlanan kalp atışları gevşedi, eski haline döndü.

Yok canım , çevrede kimse yoktu ki..
Bir kendisi , şu karıncalar bir de hafif rüzgar.
Öğretmeninin elleri gibi yumşak, şefkatle saçlarını karıştıran rüzgar.

Merak etmiş midir acaba?
Yok canım, orada olmadığını bile farketmemiştir.

Hayır farketmiştir ama umursamamıştır.
Ya umursadıysa...
Yok hayır benim farkımda bile değil ki umursasın. Keşke bende....

-Boşver zaten gidiyor. Onu sevmiyorum ki ben. O da beni sevmiyor. Sevse gitmezdi.
Gelip yanıma oturduğunda,gülümse Osman, gülümsemek dünyanın en güzel iyiliği deyip gülümsediğinde, parmakları saçlarımın arasında usulca dolaştığında da sevmiyordu.

Bana karşılıksız gülümseyen ilk insan olduğunu bilmeyecek. Dünyanın en güzel gülümsemesine sahip olduğunun farkında mı acaba?

Bu gülümsemeyi gördüğümde, buzdan kalbimin eriyen damlalarının,göz pınarlarımda durduğunu ve oradan hiç akamadığını gördüğü gün de sevmemişti beni.

Osman...

Ah bu ses, neden gelip onu rahatsız ediyordu ki.

Gitmiştir , şimdiye kadar çoktan gitmiştir.

Gitmeli mi, gitmemeli mi?

Kalk diyordu içinde ki garip ses. Seni aramıştır, Ona bir veda bile etmeyecek misin?

-Hayır...
İnatla ayağını kuru otlara vurdu.Dişini sıktı ama o isyankar bir damla yaşın, göz pınarlarından akmasını engelleyemedi.

Bu yürek ne menem bir şeydi ki ,kendini ona doğru zorla itiyordu.

O ilk günü hatırladı yeniden.
Ferhatların Ali`yi itelerken, birden boş bulunup, arkadaki bir şeye çarpmış,kendini yumşak, sıcak (neredeyse, hani neredeyse anasının o süt kokan kucağına benzetecekti)iki kolun arasında bulmuştu.İki siyah gözün sıcaklığına dalıp gittiğini farkettiğinde, utancından kıpkırmızı olmuştu.

O günden sonra mıydı ne?Okula koşarak gider olmuştu. Bir O mu?Uncuların Hamza "Pasaklı Hamza" bile, o günden sonra pasaklı olmaktan sıyrılıvermişti.
Artık burnunu koluna sildiğini gören yoktu.
Daha geçenlerde demiyor muydu?
Mendili düzeltmek için katlayıp kitabın arasına koymuş ve bir saat kalkmadan üzerinde oturmuştu.

Gene de uzak durmuştu öğretmeninden. Hep köşede, hep sessizce izlemişti.Gizliden gizliye Onu süzerken yakalanmıştı kaç kez.

Birgün gelip yanına oturduğunda nasıl da şaşırmıştı.
-Neden sana Suskun Osman diyorlar? diye sormuştu da, sadece onun, o içini ısıtan gülümsemesine bakıp kalmıştı.
Dili hep tutuktu ya, hepten tutulmuştu.Önüne bakıp omzunu çekmişti.

-Neden hiç gülümsemez gözlerin?dediğindeyse
"Senin gülümsemenin yanında, benim gülümsemem acı bir diken gibi batar insanlara."demek geçmişti içinden, ama diyememişti.

Birden kendine geldi Osman. Hızla doğruldu. Çantasının kaldığını farketmedi bile. Koşarak geldiği yoldan , şimdi bir nefes durmadan akıyor, coşuyor,esiyordu.
Ağrıyan dikenli ayaklarını bile unutmuştu.
Köye girdi. Harman Ali`nin kahvesinin önünden geçerken,başlar ona döndü, gözler sorular sordu ama o, farketmedi bile.

Okul bahçesine geldiğinde kocaman bir sessizlikle karşılaştı. Allah`ım ne kadar kalabalıktı, ama bir o kadar da sessizdi. Gözleri çılgın gibi dolaştı. Tek tek her boşluğu yokladı. Sonunda sınıfın penceresinde durdu.

Ciğerleri fazla pompalanmış körük misali patlamak üzereydi.Dizleri titreyerek girdi sınıfa. Öğretmeni dizlerinin üzerine çökmüş ve kollarını açmıştı.Hiç düşünmeden kendini bir topaç gibi o kollara fırlattı. Nefesini yanağında, fısıltısını kulağında duydu.

-Deli oğlan! Hiç gelmeyeceksin sandım. Bana bir veda hakkı bile vermeden, buralardan gitmemi mi istedin? Sana hediyemi vermeden nasıl giderim?

Osman geri doğru çekildi. Şaşırdı, ne hediyesi der gibi önce ellerine, sonra gözlerine baktı.
Öğretmeni gülümsedi. Bu gülümseme; şimdiye kadar olan gülümsemeler içinde, sanki en inanılmazıydı.
Elini dudaklarına götürdü. Dudaklarını yumşak bir şekilde avuçlayıp, bir şey alırmış gibi yaptı. Osman`ın avucunu açtı ,elini içine koydu:

-Bu tebessümü sana ödünç veriyorum Osman. Bunu en çok ihtiyacı olan kişiye vermelisin deyip, avucunu sıkıca kendi elleriyle kapadı.

Sonra alnına kondurduğu son öpücükle hatırladı onu hep.Ne kapıdan çıkışını , ne gidişini duydu. Orada bir mermer kadar soğuk, bir mezar kadar sessiz, bir avucu sıkı sıkıya kapalı uzun süre dikildi kaldı.





.........

Suskun Osman derlerdi ya, o günden sonra iyice suskunlaştı.Ne kadar suskunlaşırsa o kadar da çalıştı.Suskunluğu arttıkça, derslerdeki başarısıda arttı. Kimseye karışmaz oldu.Bir avucu sıkı sıkıya kapalı, diğerinde kitap, hep okudu, okudu.
Sonra babası, nesi var nesi yoksa satıp savdı ,şehre göç ettiler.
.

..........


-Yeni müdür epeyce genç. daha önce bu kadar genç birini göndermediydiler. Gelir gelmez her yeri incelemiş. Sıkı bir kontrolden geçirmiş. Çok yaman bi şey bu yeni müdür canım. Tüm personel sabahtan beri arı gibi çalışıyo diyerek,
kapıcı aşçıya bilgileri ilk elden vermenin böbürlenmesiyle anlatıyordu.

-Bilmiyon mu ,çalışanı pek rahat bırakmazla bizim buralada diye karşılık verdi aşçı.

Kapıcı:
-Ben bilmem. Bu kimseye papuç bırakacak cinsten deel.Şimdi de odalarda kalan yaşlıları ziyaret ediyomuş..Müdür yardımcısı bi telaşla koşturup duru.

Yeni müdür Osman Kadirli, odaları tek tek dolaşarak ,huzurevi sakinlerini ziyaret ediyor, hal hatır soruyor, dertlerini ve isteklerini dinliyordu.

Müdür yardımcısı ise her odanın önünde , o odada kalan yaşlı ile ilgili bilgi veriyordu..

94 numaralı odanın önüne gelince müdür yardımcısı;
-Efendim, bu odada emekli bir öğretmen kalıyor.Üç yıl önce geldi.Hiç evlenmemiş.Kimsesi yok.Geldiğinden beri konuştuğunu ve gülümsediğini gören olmamıştır.Bütün gün pencere önünde oturur ve dışarıya bakar.Diyerek rutin bilgilendirmesini yaptı.

Müdür merakla kapıyı açıp, içeri girdi. Önce sırtı kapıya dönük bir sandalye, sonra kırlaşmış saçların zarif bir topuz halinde toplandığı bir baş gördü. Oda sakini dönüp bakmamıştı bile.
Yaklaştı, sandalyenin yanında durdu.Öğretmeninin yaşlanmış ama hala güzel yüzünü görünce,sol eli kendiliğinden kasılıp kapandı.Yavaşça yere çöktü.İki buruşuk eli yavaşça kavradı, öptü.

-Öğretmenim , bana verdiğiniz ödünç tebessümü ,en çok ihtiyacı olan kişiye getirdim. Dedi.

Gözyaşlarıyla ıslanmış yüzündeki titrek tebessümü eliyle alıp öğretmeninin avucuna bıraktı.

O zamana kadar taş kadar donuk dışarıya bakan gözler,yavaşça çevrildi.Önce damlalar tek tek düştü ellerin üzerine, sonra hızlandılar.
-Osman. Fısıltısı döküldü dudaklarından.

Dosta hasret kalmış iki çift göz ve el, yıllar sonraki buluşmanın kelepçesinde öylece kaldılar.

( Ödünç Tebessüm başlıklı yazı MüslimeUguz tarafından 7.10.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu