Ve
Adam, hüznü, yalnızlığı ve gözyaşını satmak üzere alıp gitti
Pazara çıkardı
Tezgâhını kurdu
Acılarım var dedi taptaze
Hüzünlerim üç kuruşa
Aşklarım beş kuruşa
Alan olmadı
Yükü bir kat daha ağır olarak kendisine kaldı.
Ah çekti derinden ve sessizden, semayı buldu ahı
Onulmaz derdine yuh dedi alenen
Tu dedi sahiden kalp varlığına
Sermayesi hüzündü
Değişen bir şey olmadı
Kalakaldı yaşamın ortasında bir avuç dolusu kalp dolusu
Ayrılık ile
Küfretti havaya
Yağmuru yedi
Ve
Adam
Kimsenin tanımadığı insanlar içinde akıp gitmek istedi gün
boyunca.
Bilmediği sokaklarda, gezmediği caddelerde tozmak istedi.
Nerede akşam orada sabah bir mekân istedi
Gözü kapalı yaşamak istedi
Aklı bir karış havada dolaşmak
Yağmur bulutlarınca dolmak
Hiç durmadan koşmak
Nefessiz kalana dek
Yalnızlığın ve hüznün dibini bulana kadar
Gezmek istedi.
‘Bir şişeymiş farz et yaşam
İçip içindeki yaşam şarabını
Şişeyi bir kenara
atana koyana dek’
Dedi bir akşamcı
Kırarken yaşam şişesini
Son kez bakarken
Ve
Kar tanelerince şekil
olmak istedi adam
Yabancı bir sevdaya tutulmak
Ve o sevdanın ateşinde kor kor yanmak…
Dal olup kırılmak, kâğıt olup yırtılmak, yazı olup silinmek
istedi
Ve konuştu adam
Ayrılık sonrası ilk kez
“Kader dediğimiz şey keder olup çıkıyor karşımıza
Keder dediğimiz şey yağmur olup yağıyor başımıza
Kaşıyor
bir bilinmez el yaramızı
Kanatıyor içimizdeki sancıyı
Tetikliyor acımızı
Ve
Mekânsız
Zamansız
İnsansız kalıyorum
sensiz
Yavan kalıyorum
Yaban oluyorum
Kaba saba bir hırka oluyor yokluğun giyiniyorum
Yama gibi duruyor sensizlik
Ben alışamadım buna
Şık durmadı üzerimde”
Ve adam
“Bu şehir hangi şehirdir
Bu iklim hangi iklimdir
Bu insanlar kimdir?”
Dedi bir akşam
Gözlerinde gitmişti yaşam
Sözleri bitmişti
Her şey tükenmişti
Herkes gitmişti.
Ve
adam
Tanımadığı bir şehirde tanımadığı adamların omzunda
tanımadığı bir tabutta,
Tanımadığı bir mezara doğru yola çıkmıştı
Çok mutluydu
Ölmüştü.