Her gün yeni bir vahşet haberi ile yıkılıyoruz. En çok şiddete maruz kalanlar kadınlarımız ve çocuklarımız bir hiç uğruna öldürülüyorlar.
İinsan hayatı bu kadar ucuz olmamalı.
Üçüncü sayfa haberlerinde sıklıkla rastlıyoruz:
Eşinden kanunen boşanan koca, halâ daha onu takip ediyor, kendine ait bir mal gibi görüyor. Yeni bir hayat kurmak üzereyken kadın, eski koca tarafından öldürülüyor. Anlamak mümkün değil!
Bir başkası;
Adam bir bayanı çok sevdiğini söylüyor, “ya benimsin ya kara toprağın” diyor. Hayır cevabı ile öldürüyor ve yargılanırken hakime,“çok seviyordum, öldürdüm” diyor
Nasıl bir mantıktır oysa gerçekten seven insan sevdiği kişinin mutlu olmasını ister, bu bir başkasıyla da olabilir, gerçek ve tekamül etmiş bir insanın düşüncesi budur.Bir diğeri; (yakın tarihteki elim olay)
25 yaşlarındaki erkek, akrabadan bir genç kızı seviyor, karşılıklı yaklaşımlar sonucu eğitimde olan genç kız, birbirlerine uygun olmadıkları fikriyle bu arkadaşlığı bitiriyor. Emri vaki yapıp kafasındaki sonuca ulaşmaya çalışıyor erkek! ve kızı istetiyor. Aile de reddediyor bu olumsuz, uyumsuz ve zamansız talebi.
Vay sen misin red eden? Müthiş bir intikam planı hazırlıyor delikanlı. (Aslında delikanlı denemez böylelerine) Ailenin en küçük kızı 6 yaşındaki Gizem’i kandırıp götürüyor ıssız bir yere ve ellerini ağzını bantlıyor, birkaç kez bıçaklıyor ve üzerine benzin döküp yakıyor. İnsanın kanını donduran hunharca işlenmiş bir cinayet. Hayvanlar bile avlarını böyle işkenceyle öldürmüyorlar, bakınız, yutobe engeli kalkınca National Geographic kanalında aslan avına, boğazını sıkıyor ve bekliyor avının ölmesini.
Efendim, sayın Başbakanımız, en ağır cezanın verilmesi için talimat vermişler, sağolsunlar. Hani ya yargı bağımsızdı!
İdam yok ülkemizde, adam 45 kişiyi öldürdü Bilge köyünde, o yaşıyor hapiste, devletin çatısı altında.
İşlenmiş suçlarda verilecek cezaların artırımı toplumda düzeni ve asayişi sağlamaz. Önemli olan o suçların işlenmemesi yönünde çalışmalar yapmak.
Toplumbilimciler düşünüyorlardır herhalde, bu denli ahlâki çöküntünün sebebini, masalarında koltuklarında keyifle oturuyor olamazlar.
Yönetilen bir toplum olduğumuza göre, bozulan ahlak ve suçlardaki artışların sorumlusunu öncelikle yönetimde aramak gerektiğine inanıyorum. İşte (benden) patika yol haritası: (işlemesi mercilere kalmış)
Eğitimde düzenlemelerle yola çıkılmalı. Gerçek yaşamda hiçbir işe yaramayan gereksiz bilgilerden arındırılarak (dünyaca kabul görmüş) ahlak ve vicdan öğretileri verilmeli. Bilhassa vicdan terbiyesi ki bu çok önemli, zira yeterli vicdani terbiye almış kişi, kötülüklerden uzaktır. Çevreye, bitkilere, hayvanlara ve insanlara zarar vermeyi asla düşünemez bilakis iyilik yapma arzusuyla doludur. Başkalarının mutlu olmasıyla kendisi mutlu olur.
Yadırgansalar da aramızda az sayıda olsalar da sevgi dolu bu kişiler kuralcıdırlar, nizamî yaşarlar.
Bir çok kesim tarafından göz ardı ediliyor ama ülkemizin çok yönlü sorunu da nûfus konusu. Evvelce yazdığım blog: http://blog.milliyet.com.tr/2050-yilinda-ulkemizde-nufus-dagilimi/Blog/?BlogNo=396520
Bilhassa bilinen bölgelerin çok çocuklu ailelerin de çocukların bakımı, beslenmesi, ilgi ve eğitimi normalin altında kalmaktadır. Anne ve babada olmayınca aile içi eğitimi sıfır. İki tokat bir şaplakla büyüyen çocuğun ileri evrede insan ilişkilerinden söz edilebilir mi? Batı yakasına göç etseler bile potansiyel birer suçlu olarak düşünülür bu çocuklar. Kavgacı ve sataşmacı olarak yaşam sürdüren bu kişiler genelde daha gençlik yıllarında bir veya birkaç suç işlemektedirler.
Devletimizin bu gibi çocukların ıslahını ve eğitimini üstlenmesi gerekir. Gerçek çözüm aslında uygulanabilen bir nüfus planlamasındadır.
Çocuklar sokaklarda pis-pasaklı aç-susuz, bir takım tehlikelerle karşı karşıya bazen de fire vererek:-(( güya oynuyorlar ve böyle büyüyorlar. Saldım çayıra, Mevlâ kayıra ama olmuyor işte, ileri evrede, yaşam standardını yükseltmiş diğer insanlara zarar veriyorlar.
(Çocuk sayısına maksimum sınırlama özgürlüklere müdahale olarak düşünülmemeli, bir büyükbabanın 48 çocuğu, torunları onların da çocuklarıyla 600 kişilik! dev bir ailesi var, isimlerini bilmiyor büyükbaba, son bir yılın gazete haberiydi)
Çocuk sahibi olmada nicelik değil nitelik esas olmalı. Kaliteli evlatlar olmalı ki, övünç duymalı insan.
Birlikte bakalım gelişmiş ülkelere; akşam belli bir saatten sonra sokakta çocuk görürlerse, önce aile ikaz ediliyor, tekrarı halinde devlet korumasına alınıyor.
Evlerde kendi başlarına bırakılan çocuklar tespit edildiğinde güvenlikleri için yine devlet alıyor çocukları. (Bizde evde yalnız kalan çocuklar kibritle oynayıp yangın çıkarırlar, ev de yanar çocuklar da. Bu olaylar ülkemizde çok olur ama kuralları olan yabancı ülkelerde olmaz. Onlar prensipleri ve uygulamaları ile teknoloji çağını yaşarlarken biz orta çağı yaşıyoruz zannımca.
Bir ülkede, yasalarla belirlenen ve uygulanan geçerli kurallar ve toplumca kabul edilmiş mantıksal kaideler olmalı. Halkın bir kısmının zihniyeti gibi, “burası benim” demekle orası o kişinin olmaz. Keza “bu kadın benim” ne demektir? Orman değil bu ülke, insanların yaşadığı bir coğrafya. Dolayısiyle, orman kanunları geçerli olmamalı.
Demek istediğim: Ülkemiz halkının zihniyet devrimine ihtiyacı var bunun için insanlarımız da istekli olmalı, devlet ve halk el ele vererek işbirliği içinde hak ve özgürlüklerin korunduğu ideal bir ülke olabiliriz, geç de olsa neden olmasın?
Aksi halde bizler (abartı değil) çocuklarımız ve torunlarımız yakın bir tarihte sokağa çıkamaz hale geleceğiz.
Üzgünüm ama benim düşüncem bu merkezde.
Selam ve saygılarımla…
Yurdagül Alkan.