Hep malzemeden çalmakta insanoğlu. İlla ki harcına kendinden bir şeyler katıp ne varsa istemediği çıkaracak bütünden.

 

Hep de öyle olmaz mı? Şekilcilik ruhumuza işlemiş. Ne de olsa leb demeden leblebiyi anlarız, değil mi? Kısaca sübjektif bir yargılama süreci.

 

Düşünsenize vesikalık bir resimden tüm görüntüye vakıf olmakla eş değer neredeyse.

 

Mümkün mü, söylesenize; üç beş veriden komplike bir yargıya çözümleme getirmek?

 

Konunun ehli uzmanlar bile sayısız done eşliğinde sonuca ancak müdahil ve vakıf olabilmekte…

 

İsmi de cismi de dün gibi hatırımda. Belki aradan koca bir asır geçti ama ömrümün son anına kadar zihnimden çıkmayacak…

 

Özellikle güler yüzü, hoş sohbeti ile tüm bölümün sevgisini kazanmıştı Tekin.

 

Eğer ki fiziksel bir tasvir yapmak gerekirse ki hiç mi hiç gerek görmüyorum, dış görünümüyle nasıl da güven telkin ediyordu. Hele ki duygu ve düşünceleri ile bizleri nasıl da teğet geçmişti.

 

En belirgin özelliği ne diye sorarsanız, aklıma ilk gelen takım elbisesine eşlik eden o çarpık kravatı ve elinden hiç düşürmediği çantasıydı. Ne de olsa öğrencilerine ait ne varsa tüm o evraklarla doluydu çanta ve tabii ki de ders notlarıyla.

 

Kim miydi Tekin, tüm bunların haricinde?

 

Ne önemi var ki bu saatten sonra. Ama onun bilmediği bir şey vardı sonucu tetikleyen ve hızlandıran. Omuzlarına binen o aşırı yük ve baskı ki görmezden gelmekteydi tüm bu kapasite aşımını. Şahsım da dâhil olmak üzere, ne ahkâm kesmek ne de olayları teferruatı ile irdelemek zor ve bir o kadar yaralayıcı. Zira ahkâm kesen onca insanın hariçten gazel okuması neticesinde oldu tüm olanlar.

 

Lisans eğitimini tamamladıktan sonra bir dershanede görevine başladı Tekin. Ve ihtisasını devam ettirmek ve daha da bilgi ve deneyim sahibi olmak adına mezun olduğu bölümde yüksek lisans yapmaya başladı bizlerle beraber. İlk tanışıklığımız; aynı sınıfta soluduğumuz hava neticesinde gerçekleşti. O kadar emindi ki kendinden ve o kadar ümit doluydu ki…

 

Farklı bir branştan geldiğim için, çok sıkıntı çekeceğimi henüz fark etmiştim. Rekabet had safhadaydı sınıfta. Zorlanacak ve itilecek olan bendim ama ne yalan söyleyeyim, seyir böyle işlemedi ilerleyen günlerde.

 

Tekin iyi bir arkadaştı: Paylaşımcı, motive eden ve bir o kadar iyi niyetli. Hem eğitimini sürdürüyor hem de yoğun bir tempoda çalışıyordu. Öylesine mecburdu ki… Onlarca öğrencinin sorumluluğunu üstlenmişti ve her gün bizlerle birlikte düzenli olarak derslere katılıyordu. Az destek olmamıştı bana ve hep yüreklendirirdi onca işine gücüne rağmen. İyi bir insan ve iyi bir dosttu kısaca ve bir o kadar farklı ve de azimli.

 

Bilirsiniz ön yargıları en az benim kadar. Zira ön yargılarla dolu sayısız insan arasında tek başıma ve pilim bitmiş halde mücadele veriyordum. Farklı bir dünyadan gelmiştim bu yeni âleme. Sayısal bir bölümden sözel ağırlıklı çok farklı bir branş. Soyut bir eğitimden somut verilerin havada uçuştuğu zorlayıcı bir mekân.

 

En az benim kadar azimli olan Tekin görünen o ki, zaman içinde bocalamaya başladı. Pek fark eden yoktu haricimde hatta kendisi bile itiraf edemiyordu bunu kendine. Ama öylesine bağlıydı ki hayata.

 

‘’Hayat’’ dedim, değil mi? Hangi birimiz en derininde kadar vakıfız ki bu kelimeye. Normalde beş harften oluşan ve anlamı çok basit görünen aslında içine dünyaları sığdıran sonsuz bir mefhum aslında. Hayat: İş, güç, para, yeri geldi mi sevda, biraz art niyet, biraz beklenti ve gerisi koca bir boşluk kimine göre. Her ne dense herkes ama herkes kendi haricinde, kim varsa çevresinde bir şekilde müdahale ediyor haricindekilerin o bilinmezliklerle dolu hayatına. Komik mi garip mi, siz karar verin artık.

 

Oysa bir sunum hayat diye adlandırdığımız. Herkesin tabağına farklı ölçülerde servis edilen iştah uyandıran ruhsal bir gıda ve sadece bize ait. Ve ne yazık ki Tekin de nasibini almıştı bu kalıp yargılardan.

 

Derken, gün geçtikçe bölüme daha seyrek uğramaya başladı. Üstüne üstük ailesi ve akrabaları öylesine uzağındaydı ki: Hem fiziksel anlamda hem manevi boyutta.

 

Zoru seçmişti Tekin ve bilmeden, farkına varmadan üstelik. Mesleğinde daha iyi bir noktaya gelmenin haricinde hiçbir niyeti de yoktu. Ne rekabet, ne üstünlük ne de maddi anlamda bir beklenti. İster hedef deyin ister niyet, fakat bir müddet sonra hedefi hedef olmaktan çıktı. İçine düştüğü bir çıkmaz haline geldi kafasında tüm belirledikleri.

 

Vizelerin başlamasına az zaman kalmıştı ve artık neredeyse hiçbir derse iştirak etmiyordu. Böyle giderse kaydının silinmesine de engel olamayacaktı diğer pek çok şeye engel olamadığı ve olamayacağı gibi.

 

Devamsızlık bir yandan vizeler bir yandan. Bir tek sınav günü gördük onu. İşin aslı, ifadesiz bir surat ve bomboş bir sınav kâğıdının eşliğinde. Gerçek anlamda yoğun bir disiplin hâkimdi sınıfta yüksek lisans öğrencileri olmamıza rağmen ve inanılmaz bir rekabet. Ne kitabını paylaşırdı sınıftakiler ne de ders notlarını. Beni en çok yoran ve canımı yakan da bu değil miydi diğer yandan: Olması gereken hiçbir şey olmuyordu, gözünü hırs bürümüş onca insan arasında.

 

Vize sonrası pek çok insan umduğunu bulamadı. Tekin ise sınav sonuçlarını öğrenmeye bile gelmemişti. Biliyordu tüm sınavlardan kaç aldığını: Boş bir sınav kâğıdı ve kayıp giden umutlar…

 

Bana en şaşırtıcı gelen ise; bölüm hocalarının tepkisizliği ve karşılık bulmayan beklentileri idi özellikle Tekin’den yana. İnsanlık hali; herkes aynı anda bir koltukta iki karpuz taşıyacak diye bir kaide yok ki.

 

Ne var ki; Tekin mezun olduğu bölümde eğitimine devam ettiği için, inanılmaz beklenti yüklüydü tüm insanlar hem de tabii ki en başta kendisi.

 

En yakın arkadaşı bile şikâyet ediyordu son zamanlarda onu görmemekten. Biraz merak biraz endişe en az benim kadar…

 

Alınan bir duyumla bizler de öğrendik ki, Tekin işini de aksatmaktaydı. Kısaca beklenti diye addedilen o sefil duygu boşa çıkmıştı biz sefil insanların nezdinde. Zira Tekin kendi halinde bir insandı: Ne hırsları vardı ne de egosu önde giderdi. Bir o kadar sakin görünümlü ve iyi niyetli. Artık ne işe yarıyorsa iyi niyet diye addedilen.

 

Ortada bariz bir sorun vardı. Fakat bırakınız biz hırs yüklü öğrenci ve arkadaş geçinenleri bölümdeki hocalar bile bir kez sormamıştı Tekin’e, derdin ne diye. Ne de olsa problem çözme yetisi Tekin’deydi. Ne gibi bir sorunu olabilirdi? Sonuçta kurulu bir robot değil miydi: Duyguları, sıkıntıları olmayan.

 

Beklentiler, bitmek bilmez beklentiler ve imkân gibi gözüken binlerce imkânsızlık ve yeti eksikliği.

 

Tek odalı bir evde yaşadığını çok sonra öğrendik hem de çok acı bir şekilde. Günlerce çalıştığı kuruma gitmediği için iş arkadaşları meraklanmış ve evine gitmişlerdi Tekin’in. Gördükleri mi: kapı duvar. Ne kapıyı açan vardı ne de içerden gelen tek bir ses. Ve gördükleri manzara tek kelime ile bir facia idi.

 

Arkadaşlarının gözbebeği, yüksek beklentilerin muadili Tekin, zavallı Tekin…

 

Ayağının altında kırık bir tabure ve odanın tavanında sarkan cansız bedeni. Pırıl pırıl bir genç, bir insan, bir öğretmen ve hayallerinin kurbanı Tekin.

 

Hepimiz öylesine suçluyduk ki ben de dâhil olmak üzere.

 

Rekabetin kurbanı. Beklentilerin izdüşümü. Yanılgılarımızın tek kurbanı. ve olaydaki tek suçlu. Ve tek kurban. Ve bizler, zavallı bizler…

 

Bireysel çıkarımlar, bitmek bilmez bir hırs ve gözümüzün önünde hayatın bizden çaldığı Tekin. O güler yüzü nasıl da solmuştu Tekin’in.

 

Yüzü, hayalleri, insanlığı, her şeyi…

 

Hem de ne uğruna ve kimler için…

 

Çok seçenek vardı aslında Tekin’in görmediği. Ama şansını ve şartları öylesine zorlamıştı ki en az bizim kadar ve bizler tarafından.

 

En büyük hayalinden vazgeçmişti, vazgeçmek zorunda bırakılmıştı… En büyük hayali; hayatı…

 

Kim için ya da ne için bir insan kopabilir ki hayattan?

 

Ama ne de önemlidir kalıp yargılar ve ardı arkası kesilmeyen beklentiler, değil mi? Hatta ve hatta bir insanın hayatından bile önemli. Evet, ne yazık ki, hayatımızın önünde seyreden her ne ya da her kim varsa…

 

Ve mağlup gelen bir kurban. Hedefleri varken hedeflerinin hedefi ve odağı olan.

 

Rahat uyu, Tekin. Seni hiç unutmayacağım.

( Seni Hiç Unutmayacağım... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 6/6/2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.