Dünya
güzeliydi kız adama göre.
Yeryüzünün
en güzel yüzüydü.
Adam
ona yâr yüzü derdi.
Şifam,
şifacım, ilacım her ne ve kim varsa beni iyi edecek olan, sıhhate kavuşturacak
olan mutlaka ama mutlaka yâr yüzüdür o diye söylerdi.
Bütün
güzellikler toplanmış da kızda vücut bulmuştu sanki. Her güzellik, kızın
güzelliğinin bir yansımasıydı. Bir bebek yüzü, bir çiçek özü, bir kelebek, bir
tatlı ses, bir ılık nefes enfes birer numuneydi kızdan aleme. Bakmasını bilene
tabi ki! Bakıp da mana bulamayanlara diyecek bir sözüm yok.
Gözleri
bahardı kızın yemyeşil, yaza durmuş bir bahardı ama kıştan uzak... Baktı mı
güneş açardı, gözlerinin değdiği her can tanımsız, tarifsiz ve hesapsız bir
aşka duçar olurdu. Bu denli nazarı güçlüydü. Kazara gözlerine takılan biri örümceğin
ağına takılmış gibi olurdu. Kurtulmaya çalıştıkça daha beter dolanırdı.
Kimse
teşhis koyamazdı, onun dert olarak girdiği ruh reçetesizdi. Hiç bir tabip ona
şifa olmazdı. Girdiği her kalbe imzasını atardı da kimse bilmezdi. Herkes
sevmeye başlardı ancak kimse ona başlayamazdı.
Ah o
gülüşü yok muydu? O gülüşü... Yeryüzünün en güzel gülüşüydü.
Gülüşü,
o baharda açan çiçekti. Salkım salkım bir bakıştı değen cana. Rayiha rayiha
kokusu yayılırdı cana. Sular tatlanırdı, hava mis gibi kokardı, gezdiği her yerde
papatyalar biterdi.
Yoktu
öyle güzel, misali yoktu. Bu yüzden tekti, yalnızdı.
Su
gibi berrak duru ve saftı. Akardı gönle şırıl şırıl, susayana abıhayattı. Adam
onu içiyordu su diye ona bakıyordu cennet diye, onu kokluyordu papatya diye. Sözlüğündeki
tek kelimeydi o. kalbindeki tek güzel, aklındaki tek, ömründeki...
Ağzından
çıkan her söz nisan yağmuruydu sedefe
düşen. Boyu şahaneydi servi desem klasik olur ama serviden daha zarif ve
daha naifti. Adam bu kadar büyük ve tesirli güzellik karşısında ister istemez
korkuyordu. Onun karşısına çıkmaya cesaret edemiyordu. Hem o kadar da yakışıklı
değildi.. Gülün yanında diken olmak istemiyordu, güneşin etrafında ay olmak
istemiyordu.
Kızın
bir bakışı dahi nimet olarak kabul edilirken herkesçe adam bunu mihnet olarak
görüyordu. Ona layık olabilme, bir ömür onu mesut edebilme ve inadına onu
güldürebilme için yeterli olmak zorundaydı. Hoyrat bir el papatyayı öldürür, yaban
bir yürek o nazenin güzeli incitirdi. Yavan kalıp hoyrat ve yaban el olmak
istemiyordu. Çünkü o çok ama çok özeldi.
Adam
ise mahcuptu geniş zaman kipinde, her zaman!
Yakışıklı
değildi, ama içtendi.
Yazıyordu
ama yazar değildi.
Tek
tema'sı oydu, konusu da!
Kız
onun yazı damarıydı, şah damarı...
Kalbe
bağlanıyordu onunla hemen, o kalp atımıydı.
Adamın
gözünün nuruydu.
Kız
adamı seviyordu, başkasını değil!
Herkes
kıza aşıktı kız da adama.
Adam
inanmıyordu bir türlü.
Kız
da adama inanamıyordu her türlü.
İltifatı
eksikti ona göre.
İlgisi
yoktu.
Sevgisi
sözdeydi güya.
Kız
gözdeydi.
"Verilen
değer boş" dedi kız bir gün uluorta "değmiyor kimseye"
Haklıydı
dünya kadar.
Nelere
katlanıyordu bir de bu soğuk ve buz adama mı katlanacaktı. Ve neleri göze
alıyordu.
Onu
suçlamak adamın aklından bile geçmezdi.
Ona
kızmak...
O
ancak sevilirdi.
Doyasıya
sarılasıya öpülesiye...
"Verilen
değer boş değil" dedi adam bir gün "Seni uzaktan ama Türkiye kadar
seviyorum.
İzmir
kadar!" dedi adam gayet sakin ve emin bir şekilde "Türkiye'nin incisi
İzmir'se, İzmir'in de incisi sensin! Ne haldeyim ben bilirim! Nasıl bir derde
düşmüşüm, nasıl sevmişim, sen nasıl bilirsin? Sen ne düşünürsen düşün ben
sevmeme bakıyorum. Tek üzülme sen, ağlama sakın! Bu aşkın öznesi sen nesnesi
ben; etki eden etkilenen... İki ayrı ırmak, iki farklı renk, ikisi de denk! bu
aşkın ta kendisi; hem sen hem ben... İki ayrı ten, iki farklı gen ama ikisi de
can, yanabilirsen yan, uyanabilirsen uyan! Unutma sen sevmesen de seni
seviyorum! Küssen de, darılsan da, gücensen de, kızsan da seni seviyorum. Başka
yorum yok."